23 Ağustos 2010 Pazartesi

Pırt


Tez sürecinde sona yaklaşırken dorukta olan tek şeyin heyecan olmadığını dün gece fark ettim. Zaten belli bir düzeyde seyreden gerginliğimin artık tahammülsüzlüğe dönüştüğü sabah ezanıyla birlikte ortaya çıktı.

Barbaros Bulvarı'yla aramızdaki tek yapı bu eski cami. Yeni restore edildi ve hiç de fena görünmüyor şimdi. Bahçesindeki ağaçları dipten neon yeşiliyle aydınlatan lambalarla ilgili olarak gerekli merciyi bir ara dürteceğim ama onun dışında göze hitap etmeyen bir yanı yok bana göre. Müezzin ise yeni atandı. Muhteşem hoparlörüyle birlikte. Ramazan olduğundan mı aşka geldi yoksa hep mi detoneydi bilmiyorum ama o hoparlör için uygun bir yer buldum sanırım.

Uyuyabilmek için dönüp durduğum yatakta ve sabahın köründe, Avrupalıların matah bir şeymiş gibi başvurdukları o meşhur, ikiyüzlü 'tolerans' kavramını andım. Göçmenlere tolerans, çokkültürlülük, vs vs. Konuyla ilişkim onu çalışan arkadaşlarımla konuşmalarımızla sınırlı olduğu için ahkam kesemem burada ama toleransın, tolere etmekten geldiğini ve negatif bir anlam taşıdığını bilecek kadar okuyup yazdım bugüne kadar. Bu sabah artı yirmi beş yıldır benim de yaptığım maalesef tam da bu zaten: tolere etmek. Kamusal alanı domine etmesinde beis görülmeyen islami pratiklerin gündelik hayatımdaki etkisi,bugüne kadar, tahammül eşiğimi yukarı çekmek olmuşken bu sabaha karşı o eşik lank diye yere yapıştı.

Bu şart mı, daha pratik ve kolay bir yolu olamaz mı diye düşündüm. Sonra acaba dedim, hoparlörlü delinin teki kendine bir mahalle belleyip her sabahın beşinde anlaşılmayan bir dilde bağırıp çağırsa o mahalle sakinleri sükunetlerini ne kadar koruyabilirlerdi? Bunu bir hayal etmekte fayda var. Camilerin estetiğini, müezzinlerin ezanı makamlı okuyabilmesini takdir edebilen bir inanmayan için bile durum bundan farklı bir şey değil zira.

Şüphesiz ki bir tartışma ortamında böylesi bir çıkışa gelecek ilk cevap buranın müslüman bir ülke olduğu olurdu. Bunu söyleyen aklı evvel, ülkelerin değil kişilerin dini olabileceği cevabını alır ve tartışma böylece alır başını gider, kuvvetle muhtemel bir yere de varmazdı.

Hayatı zaten alabildiğine basite indirgeyerek yaşıyoruz. Hayatımıza o veya bu şekilde dahil olan kişileri çoğunlukla birer dizi karakteri derinliğinde, ya iyi ya kötü şeklinde değerlendiriyoruz. Düşünce, Hobbes'un da dediği gibi, ifade edilmediği sürece özgür olabilir: Düşün ama söyleme. Buna uygun olarak kanunda, insanın düşünmekte özgür olduğu ibaresinin kapladığı yer bir satır, olmadığı durumları sıralayan cümle ise orta uzunlukta bir paragraf. Öyle ya, J.S. Mill halt etmiş.

Böyle şeyler yazılmaz, söylenmez. Tabu. Kır dizini otur, beğenmiyorsan da siktir git denir. Neyse ki o raddeye gelecek tartışmalara girmedim bugüne kadar. Gerginliğe, o karşısındakini ikna da değil alt etmek üstüne kurulu laf dalaşlarına asla katlanamadığım için bunları bugüne kadar aşikar bile etmedim. Duruşum belliydi, tavrımı da kendime saklayıverdim oldu bitti. Şu herkesçe malum ve dalga konusu olacak kadar sıcak olan kanım, özel alanıma giriş kriterlerimin her türlüsüne son kertede ağır bastığı için çok da sorun olmadı. Saldırganlık algılamadığım yerde kendimi geri çektiğim görülmemiştir. İnsanlar bu din konusunda epey hassas dolayısıyla saldırgan bir üsluba yatkın oldukları için bu kadar sustum belki de.

Daha da önemlisi, kimse incinmesin, kimse rencide olmasın. Peki ya biz? Yıllardır sakız olan, okullarda din eğitimi konusunu bir kenara koyarsak -ki o da inanmayanları değil Alevileri gözeten bir tartışma konusu- hakları en az gündeme gelen azınlık değil mi inanmayanlar? Bu durumda daha bile ayıp, utanılası bir şey var: adam -insan yapımı kategoriler de olsa- ırkını, rengini, -hadi ileri gidelim- biyolojik anlamda cinsiyetini seçmemiş ama sen son derece bilinçli bir kararla her türlü yaratanı bir kalemde reddetmeyi seçiyorsun. Bu ne cüret, bu ne salyangoz.

Buraya daha ne kadar suya sabuna dokunmadan yazabileceğimi merak ediyordum ki işte zurnanın pırt yaptığı yerdeyiz. Çuvaldızı "bizim tarafa" batırmadığım sanılmasın, gücenirim. Kaldı ki 13-14 yaşlarımda, henüz o yoğun okuma sürecimin daha en başındayken edindiğim "solcular iyi, sağcılar kötü" ebleh algımı yontan, "son tahlilde ne sol ne sağ, mesele insan olmakta, biz ne solcular ne sağcılar gördük" diyen ailemdi. Aynı olgun tavır belki şu açıdan beklenemezdi benden: onların gençliklerinde tanıştıkları, okuyarak ve deneyimleyerek dahil oldukları solun -onlar beni ne kadar güvenli bir mesafede tutmak isteseler de- tam içine doğmuştum. Şimdi ise onlara kıyasla 'liberal' kalıyorum.

Adı ne olursa olsun... meselenin gelip dayandığı yer: benim gibi düşünmeyen, benim inandığıma inanmayan adam yalan yanlış bilinçten mustarip; gaflet, delalet ve hatta hıyanet içinde midir? O zaman tartışacak bir şey yok zaten. Alt etmeye, salt egonu tescilletmeye çalışmadan anlamak istiyor musun gerçekten ve bunun için dinlemeye, sormaya, sorgulamaya ve okumaya var mısın? Mesele bu, bana göre.

Algını bu denli açmaya istekli olmak tuttuğun o köşeyi tehlikeye atar. Bu doğru. Peki ya o köşeye can havliyle yapışayım derken, ne daha akıllı ne daha aptal fakat bin bir farklı deseni, dokuyu, tadı, kokuyu ıskalamak? Bu tehlikenin farkında mıyız?




6 yorum:

  1. Yazılarını beğendiğimi söylemeden geçemeyeceğim.

    YanıtlaSil
  2. Ikiz kulelerin oldugu yere yakin cami yapacaklarmis. Bizdeki durumdan farkli, ama ona ne demeli? Hosgorunun pirt diyeyazdigi baska bir alan. http://www.slate.com/id/2264770/ http://www.slate.com/id/2264754/

    YanıtlaSil
  3. ya evet duydum ama çok detaylı okuyamadım hakkında. linklere de şimdi şöyle bir baktım da hala bir provokatif geliyor. neticede yapılsa da yapılmasa da önemli olan mevzunun tartışmaya açılması, "tolerans"ın masaya yatırılması, ikiyüzlülüğüyle yüzleşilmesi, hesaplaşılması.. ne kadar karşılıklı olur, orası ayrı muamma. du bakali n'olicek.

    YanıtlaSil
  4. 1. iyi ki doğdum
    2. neredeyse iç savaş çıkacak cami konusunda. Hoşgörü dışında birazcık da İslam karşıtları için milli dava haline geldi. Hoşgörü tarafından bakınca tabi ki karışık ama, ülkelerin çoğunluğunu oluşturan milliyetçi, orta seviye eğitimli, vizyonlı insan tepkisi açısından bakınca (o bakış açısı tarafından) mantıklı.

    Örnek vermeye gerek yok. Herhangi bir ülkede, düşman olarak gösterilen bir kültürü ciddi ve trajik terorist saldırıyla bağdaştırırsan, farklı bir tepki almak pek mümkün değil günümüz dünyasında.

    YanıtlaSil
  5. Çok uzaktan... Beklemediğim bir yerden, kıvrımlarımda gezinen sesleri bu kadar net, bu kadar güzel ifade ettiğin ve bin bir farklı deseni, dokuyu, tadı, kokuyu biraz daha algılamak için cesaretlendirdiğin için teşekkür ederim.

    YanıtlaSil
  6. Böyle düşündüğün için ben teşekkür ederim.

    YanıtlaSil