16 Ağustos 2015 Pazar

küçük burjuva iç döküntüsü

Bir tuhaf kadın oldum, anlatması zor. Görsen tanıyamazsın beni. Kendimin kötü bir taklidinden ibaret hissediyorum kendimi. Nasıl anlatmalı bunu? Anlatmalıyım çünkü anlatmadıkça daha beter oluyorum. Çok mutsuzum mesela, neresinden bakarsan bak mutsuzum. Kuzeyimden, güneyimden, batımdan, doğumdan bak, aç içimden dışıma doğru bak, aynı kuru karanlığı göreceksin. Karanlığı hiç bağdaştıramazsın benimle, anladın mı şimdi işin vahametini? 

Nasıl anlatmalı? Koyu bir karanlık büyüyor içimde, her yanımı sarıyor. Sürekli bir ağlama isteği duyuyorum, bazen ağlıyorum da durup dururken. Gülecek bir şey bulmakta zorlanıyorum. Koca yeryüzünde yapayalnızım sanki. Konuşmaktan nefret eder oldum çünkü ağzımı açtığımda hep bir mücadele, daha ikinci cümleye geçemeden birincisini savunmam gerekiyor. İkinci cümleye hiç geçemiyorum. Üçle dördü var sen düşün. Kendimi ifade edemiyorum, inanır mısın? İnan. Belki de edebiliyorumdur da ifade ettiğim şeyi sevmiyordur kimse. Çok bilmiş, isterik, kuruntulu... bir tane de sen yapıştır, yabancı değilsin.

İyi şeyler, güzel şeyler olsun istiyorum ama hiçbir şey olmuyor. Kendiliğinden olmasını beklemiyorum, saçmalama. Hayatımdan endişe ediyorum bazen. Beklenmedik bir anda sona ermesinden ziyade yaşadığımın bir hayat olmadığından endişe ediyorum. Bunu nasıl anlarsan anla. Toplumsal ve bireysel dertler iç içe geçti çoktan. Ne yalnız kendin için üzülebiliyorsun ne de yalnız toplumlar için. Ama sanırım en münasebetsiz zamanda ben, kendi mutsuzluğuma da üzülüyorum. Dönüştüğüm kadını görünce daha da artıyor mutsuzluğum. Karşımdakini vargücümle itip, yüksek bir tepeye sığınmak istediğim o halimi iyi bilirsin sen. Dokunduğum her şey canımı yakıyor. Dilimi kesip atmak, bir daha kimseyle göz göze gelmemek istiyorum. 

Hayattan daha çok şey bekliyordum düne kadar. Şimdi hiçbiri kalmadı neredeyse. Hatta belki hiçbir zaman bir çocuğum olmayacağını da bir ihtimal olarak tanımalıyım artık. Dramatik bir örnek benim için. Ne kadar çok istediğim malum çünkü. Ona bakarsan özgürlük ve barış da istiyorum. 

Hep aynı hikaye aslında. Ölmekten değil de yaşamamış olmaktan korkuyorum. Zamanı boşa geçirmekten, geçip gitmekten. Son haftalarda beş altı kitap birden okudum, iyi hissettim mesela kendimi. Her sabah aynı kişi olarak uyanmak canımı sıkıyor çünkü. Halbuki okuyunca, bir şeyleri araştırıp yeni bir şeyler öğrenince aldığım nefes bile çoğalıyor sanki. Ama işte çok kısa sürüyor bu durum. Sonra yine aynı derin mutsuzluk. Bir başıma çoğalıyorum, çok oluyorum. Bir başıma.

Yok be, depresyon desen değil. Yaşadığım hayatı yaşamak isteyen zilyar tane insan var, biliyorum. Hiç fena bir hayat değil çünkü sürdüğüm. Bu yazdıklarım, o hayatın birkaç katman altı. Aşağıdan yukarıya basınç yapıyor, biliyor musun? Biliyorum hayatta iyi şeylerin de olduğunu falan filan. Teşhis, tedavi değil aradığım. Gittikçe derinleşen mutsuzluğumu şuraya döküp kendimin kötü bir taklidi olarak gülümsemeye ve konuşmaya devam edeceğim. Simulacra and simulation, beybi. 

Hep de en sevdiklerimi üzüyorum en çok, değil mi? Bu da iyi bildiğin şeylerden biri olmasaydı keşke. Sevmeye devam ediyorum, o konuda endişelenilecek bir durum yok. Eskisi kadar iyi değilim ama bu konuda. Mutluluktan çok mutsuzluk veriyormuşum gibi geliyor. Buna muktedir olduğumu bal gibi biliyorsun. Farkına vardığım zaman kendi kendimi feshettiğimi de. Diyorum ya tuhaf bir kadın oldum, duygusal olarak gücüm kalmamış gibi hissediyorum hiçbir zorlukla baş edecek. En korktuğum, en tiksindiğim şeyi yapıp, geçip gidiyorum sanırım. Ya da öylece duruyorum, mal gibi. İkisi aynı şey zaten.

İlyas'ın Asya'nın elini kavradığı bir sahne vardır. Filmin daha başlarında. Nedense o sahne düştü aklıma. Herifin biri gelip elimi kavrasın, çeksin götürsün demiyorum. Valla çakarım ağzına iki tane. Öyle değil, bir erkekten ya da aşksal bir durumdan bahsetmiyorum. Soyut düşün bunu. Ay aman düşünme ya da. Belki de sadece beş bininci kez izleyesim gelmiştir filmi, hepsi bu. 

Bir de artık mektup yazılmıyor diyorlar. Halt etmişler. Bak ne güzel konuşuyorum kendi kendime. İçimi döktüm, rahatladım biraz. Onat Kutlar'ın mektuplarını okuyordum, ondan canım çekti sanırım. Tamamen biçimsel bir özenti yani, bir derinliği yok. Hadi eyvallah.