21 Şubat 2020 Cuma

Geç Gelen Şarkı

Söyleyecek sözleri olduğu ve muhakkak söylemesi gerektiği için bestesine pek bakılmamış gibi. Hayatıma geç de kaldı zaten. Tuhaf; yine de biraz yükümü aldı sanki, hafifletti. İnsanla göz göze gelip "Anlıyorum" der gibi bakan şarkılar olur ya öyle. 

Bu kadın -kendi standartlarında- ne denli boktan iş yaparsa yapsın insanın hayatına bir yerinden değme yeteneğini bir türlü kaybetmiyor. Fakat "Sevmek de yetmiyormuş" minik serçe, "çok eskiden rastlaşacaktık." 

Her halükarda kayıt altına almak istedim. Dursun burada. 



16 Şubat 2020 Pazar

Cemreler Sevgilim

Cemreleri saymayı, cemreleri beklemeyi bırakamadım bir türlü. Dördüncünün yüreğime düştüğüne dair o saçma inancımdan ötürü hep. Her bahar yeniden canlanma fikri iyi geliyor. Hele ki yılın çoğu bitmek bilmeyen koca bir kara kış gibi geçtikten sonra, her bahar olduğundan daha çok ihtiyacım var o son cemreye. 

Daha en başından bitmeye yazgılı o karşılıksız aşkın artçı ağrıları sürüyor hâlâ ve bu konuda yalan söylemek zorunda değilim, ne mutlu. Sevgimi hiç istemeyen acı bir adamı sevgime sarıp sarmalamanın beyhude mücadelesini verdim. İçimdeki, daha doğrusu beni meydana getiren sevginin miktarını tarif edemem ve yeryüzünde hepsini görmüş olan tek kişi o. Sevgimi istemeyecek tek kişiyi bulup onunla uğraştım, uğraşmasam tadı çıkmazdı galiba. Tabi ona sorsak bir tür işkenceydi muhtemelen.

Beşiktaş İskelesi'ndeki çiçekçinin önünde buluştuğumuzda değil, Merih'te içerken de değil ama sonrasında içten içe hep biliyordum. O ilk lanet Assos öncesi dünyam bir anda kararmış olsa da dipten beni uyaran bir şey hep vardı. Şile yalancı bahar, bir rüyaydı. Gidecekti, durmayacaktı. Yani vaktimiz, vaktim dardı. Öyle olunca sıkışıp hepten yoğunlaştı sevgim. O tabak gibi kocaman huysuz yüzü, o yüze inen film favorileri ve daha çok fazla şeyi tapınır gibi, içime çekerek sevdim. Queen Christina'da Greta Garbo'nun yaptığı gibi ileride geri dönebilmek üzere muhafaza ettim içimde, ezberledim. Korudum. 

Sevgimi ondan korudum ama her şey bittikten sonra bir nokta geldi ki kendimi koruyamayacağımdan korktum. İşte o anlarda kendimi öldürmemiş olduğum için kendimle gurur duyuyorum şimdi. Ciddi ciddi gurur duyuyorum. İşin kötüsü onu yavaş yavaş affetmeye başladığımı hissediyorum. Aşkın sisi pusu dağıldıkça daha iyi anlayabiliyorum çünkü. Hatta yer yer hak veriyor, onun yerine kendime kızıyorum. Yine de öfkemin çoğu ona saklı hâlâ. Kendimi öldürmemiş olmam elinde kan olmadığı anlamına gelmiyor. Bitimsiz bir kış onunki. Gamlı hazan. Karanfil saplı hiçbir elmanın iyi edemeyeceği, tepeden tırnağa derin bir yara. 

Hoş, taze bahar sayılmam ben de. Gamlı bir baharım ama baharım. Deviniyor içim, yeşeriyorum. Her şeye son vermeye direnmiş olmanın, yaşama inadımın ödülünü verdi hayat bana. Barıştım, barışıyorum yaşamakla. Acıyı sevdim, kabul ettim, öpüp başucuma koydum. O orada dursun, hiç unutmayayım, hiç çıkmasın aklımdan. Varsın bir müddet daha bakamayayım Fikret Hakan'a, Sadri Alışık yüreğime ağrı saplasın bir müddet daha ne çıkar. Yeşilçam'ın öz çocuğuyum ben. O filmler benim toprağım. Beşiktaş, Kadıköy... bastığım her yer benim çünkü alacak vereceğim var hayatla. Ölmemi engelledikleri için minnet duyuyorum Müjgan'la Barış'a. Onları mutlu etmek istiyorum en basitinden, içimde kırılmadık ne kaldıysa vermek onlara. Zaten değil mi ki alabildiğine hafif ellerle pansuman yapıyoruz birbirimize? Sonra Müjgan gelip yaralarımızı yalıyor, güzel oluyoruz. Dayanışmak başlı başına güzel. 

Bunca yıl hevesle bekledim cemrelerin düşüşünü. Şimdi düşünüyorum da belki cemrenin ta kendisiyimdir ve bu bahar ben can veririm havaya, suya, toprağa, yüreğe? İçimde kırılmadık, burkulmadık, üzerine basılmadık ne kaldıysa için için ısınmaya başladı bile bak.