Dün yine oldu. Annem görmeseydi keşke. Kimse görmese keşke. Kendim bile görmek istemiyorum kendimi ağlarken. Ağlamak da istemiyorum. Arada çıkacak bir yer buluyor işte. İçip içip ağlamışım gibi oldu. Ağladığım için içtim halbuki. Her şekilde kötü bir ikili. En azından sabah biraz rahatlamış uyanırım dedim ama hayır, gözlerim şiştiğiyle kaldı. Kafam hafif beton, suratım duvar.
Çok da güzel yaşıyorum oysa. Düşünmüyorum. Aklıma getirmiyorum. Aklım bambaşka şeylerle dolu. Kendine acıyan bir sevgisizlik hayatımda hiç olmadı sanki. Sevgimi ve kendimi hiç değersiz hissetmedim, ölüp yok olmayı hiç istemedim. Sonra kendimi küllerimden doğurmak zorunda kalmadım, tay gibi titreyerek ayağa kalkmadım. Bu artçılar o titreyiştir belki. Bir fay hattı için üç yıl uzun süre değil. Hele benim gibi kırıldıysa.
İyi haber, kırıldığı yerden yine kırılması mümkün değil. Bir uçurum duruyor yerinde. İçinde sert rüzgârlar esen derin bir yarık. Kötü haber de bu. Kaybettiğim her ne ise geri gelmedi, gelmeyecek galiba. Yine benim, ben gibi seviyorum ama bir şey eksik bana dair. Kopuk bir parça, bir anahtar. Yuvası bile kayıp. Hatırlamıyorum. Edebiyat olsun diye değil, hafızam bana kıyak geçiyor, hatırlamıyorum. Anımsadığım anlarda gözüm doluyor işte biraz, o kadar.
Dün yine ağladım. Bağıra bağıra. Olmayı unuttuğum kadın oldum yine. Kopkoyu bir karanlığa düştüm, çıkamadım. Yine o merdivensiz karanlık. Bir başıma. Mütemadiyen, itinayla kaçıyorum oysa. Oraya geri dönemem.
Darmadağın oldum. Kaç saat ağladım acaba? Müjgân korkup uzaklaştı kuzum. Ne yapsın. Uğraşılır mı bunla. Ne tuhafmış...
Odamda geçirdiğim mecburi bir haftanın sonunda her şeyden ne kadar sıkıldığımı fark ettim. Ne zamandır içinde kendimi kaybettiğim hayhuydan çok uzaklaşmış hissediyorum ve öyle de kalmak için inanılmaz bir istek duyuyorum. Başaramayacağımı bilmek şimdiden içimi karartıyor.
Evden çalıştığım dönem herkes benim için endişeleniyordu ama o dönemki huzurumu şimdi her zamankinden çok arıyorum. Sabahtan akşama kadar kitap çeviriyordum. Merak ettiğim şeylerin peşine düşüp araştırmaya, yeni şeyler öğrenmeye vaktim vardı. Günde en az bir iki film izliyordum. Günlerce, bazen haftalarca evden çıkmadığım oluyordu. Dünyanın pisliği, ben izin vermedikçe, bulaşmak şöyle dursun, yanıma yaklaşamıyordu. Ailemden destek almadan bu şekilde geçinmeye devam edebilsem bu düzeni asla bozmazdım.
Uyumaya çok ihtiyacım varmış. Saat kurmadan uyumak, alarm sesi olmadan kendiliğimden uyanmak çok iyi geldi. İlk birkaç günkü, öksürüklerle delik deşik uykuları saymazsak. O birkaç gün kahvaltı ve akşam yemeğimi annem kapıdan verirken anladım ki gerçek tatil, ev işi yapmamak. Yemek yapmak, sofra kurmak, sofra kaldırmak, bulaşık, temizlik, çamaşır, yalnız kendinin değil başkalarının bakım sorumlulukları, para kazanmak için yaptığın işle tüm bu sorumlulukları birlikte yürütebilmek için harcadığın efor, artı dinlenmek yerine yaptığın tonla başka şey.
Son yıllarda beni en çok yoran üçüncü vardiyam sendika oldu. Fiziksel olarak çok koşturmadığım halde. Zihinsel emeğimin tamamını oraya vakfettim. İş dışındaki zamanımın büyük çoğunu. Film izlemek, kitap okumak, kızı parka götürmek istediğim zamanlarda hep bilgisayar karşısındaydım. Karşılığını aldık gerçi. TİS kazanımları az değildi. Koşullar sertleşip biz de sesimizi yükselttiğimizde ise görevden aldılar işte. Keşke sendikaya ilişkin bilgim Maden filmiyle sınırlı kalsaydı. Biraz abartmışlar diye düşünmeye devam edebilseydim.
"Dünyanın pisliği" diyorum ya, neden bahsettiğim konusunda hiçbir fikrim yokmuş. Öyle böyle değilmiş. Para için, güç için satılmayacak hiçbir şey yokmuş. Herkes her şeyin farkında. Üç beş kişi ekmeğini daha çok yiyebilsin diye değişmiyor düzen. Dokununca... Yanıyorsun. Başımıza ne gelecek meçhul. Vicdanım rahat, doğru olanı yaptım, doğru taraftayım. Öte yandan gelecek konusunda hiç olmadığım kadar kaygılıyım. Para yok. Birkaç çeviri işi alsam çok rahatlayacağım. O da yok. Sağlık sigortam olsaydı bari. Yok.
Buna karşın, hiç yapmadığım bir hesapsızlıkla gelecek ay sonu Berlin’e gidiyorum. Olası bir ameliyat için kenara koyduğum, ay sonunu getirmekte zorlandığımda tırtıkladığım parayı harcayarak. Er ya da geç iş alabileceğime, orada keyifle harcayacağım parayı yerine koyabileceğime dair temelsiz bir inancım var.
Hiç değilse vaktimi yeniden kazanabilsem. Karantinaya girmek zorunda kalmadan, kendimi besleyebildiğim bu saatleri günleri geri alabilsem. Benim elimde, biliyorum. İyi çalışan, iyi sendikacı, iyi köpek annesi, iyi sevgili, iyi evlat olabilmek istiyorum ama hepsine birden gücüm yetmiyor. Nefessiz kaldım. Yetemiyorum. Bir büyük yetersizliğim. İçinden çıkamıyorum. Kelimenin gerçek anlamıyla nefes alamasam da bu açıdan nefes aldım karantinada. Durdum. Uyudum. Film izledim. Merak ettiğimi araştırdım. Ciğerimin sökülmesine değdi neredeyse. Ciğerimizi bırakmadan olmuyor mu?
Yazmayalı ne çok zaman oldu. Daha doğrusu bir sürü başka şey yazmaktan buraya yazmayı ihmal ettim. Kendime vakit ayırmayı ihmal ettiğim gibi. Günler yekpare bir akış içinde, soluk alamıyorum. Ne güzel bir şey oldu halbuki, ne kadar mutluyum. İnanması güç geliyor hâlâ. Sırf bu nedenle yazmalıyım. Yazmak da durup soluklanmak sayılır, durup bakmak.
Ne tuhaftı son beş yıl. Çok sevdim, sevilmedim, dünya karardı, ölmek istedim, ölmedim. Biri çıktı, ölmeye yattığım yerden kaldırdı, ayaklarımın üzerinde durmaya başladım yeniden. Biraz sarsak, çokça inançsız, kırık, buruk, kırgın, uzak. Sonrası kalabalık bir yalnızlık. Yüzeyden. Keyfine. Serseri. Hepsi, her şey yalan çünkü. İzlediğim filmler, dinlediğim şarkılar, okuduğum şiirler. Hepsi tek bir yalanın işbirlikçileri. Hayatım boyunca inandığım yegâne şey aslında yok. Sevgim hiçbir şeye yetmiyor, güçsüz, değersiz, anlamsız. Hayat da öyle. Birine sarılmayı, el ele tutuşmayı özlüyorum ara sıra ama idare edebilirim, ediyorum. Kimseyle çok yakınlaşmaya gelmez, neme lazım, iyi böyle. Kaygısız başım. Güzel buluyorlar, sağ olsunlar. Beğeniyorlar. Kâfi. Kırılacak kalbim kalmadı. Kırılmazım, kaskatıyım, kimseyi kırmakla uğraşacak da değilim. Kendi halinde güzel bir kaya gibi duruyorum öylece.
Duruyordum, kendi halimde. Hiçbir şey beklemeden, hiçbir şey istemeden, hiç hayal kurmadan. Yapmam gerekenleri yaparak. Sonra hayat bitecek, azat olacağım zaten. Keyifliydi, her şey için teşekkürler deyip kibarca gülümseyeceğim gözlerimi kaparken. Derken, göz göze geldik. Gerçi hatırlamıyorum, önce yaptığı programları çok beğendiğim için yazdım mı yoksa önce göz göze geldik ve beni tanımasına mı şaşırdım bilmiyorum. Konuşurken niye heyecanlanıp saçmaladım onu da bilmiyorum. Beğenmişim zahir. Farkında değilim.
Dahası hep iki adım yanımdaymış, hiç varmamışım farkına. Son yirmi yıldır hep yanımda yöremde olmuş, hiç değmemiş gözlerimiz. Belki değdi ama görmedik. Benim kâğıt param döne dolaşa onun cebine girdi, şarkı değil gerçek, ona eminiz. Benden inançlı, basmış imzayı. Hep firarîydim ben, pişman değilim. O da değil. Yaşamamız gereken hayatları yaşayıp öyle tanıştık. Ne yaşadık pek konuşmadık. Benim için bir ilk. Tuhaf bir şekilde iyi de geliyor. Öncesi var ama yok. Var ama gölge etmiyor. Elbette taşıyoruz izlerini, silmek mümkün değil, gerek de yok buna. Yaşayıp buraya vardık, birbirimize.
Ben tam kendim gibi değilim gerçi. Aylar sonrası için büyük planlar yapıyoruz. Oysa yarını bile planlamam kimseyle. Yarına güvenim yoktur, güvenmeye ihtiyacım da. Güven mi bilmiyorum, bir tuhaf rahatlık şimdi duyduğum. Yeniden hayal kurabilmenin heyecanı belki. "Yaparız be" diyorum. Yaparız gibi geliyor. Her şey çok zordu. Gözlerim doluyor bunu yazarken bile. Çünkü her şey çok zordu. Sevmek, sevmemek, sevilmek, sevilmemek, hayatta kalmak, hayatta kalmaya devam etmeyi isteyebilmek, istediğime kendimi inandırabilmek. Her şeyin tekrar o kadar zor olmasını istemiyorum. Safları sıklaştırmak, el ele, omuz omuza karşılamak istiyorum hayatı. Buna ihtiyacım var, bunu istiyorum. İstiyoruz. Biz. Güzel şey biz. En küçük dayanışma ağı, sevgi yumağı. Başka türlüsüne ne gücüm ne isteğim var şu an. Yarın her zamanki kadar bilinmez, tekinsiz, sürprizli. Şu an bildiğim yetiyor bana. Sevebilmek, yeniden hissedebilmek her şeye değer. Her riski almaya, her korkuyu yenmeye.
Yenmedim bile, unuttum korkumu. Nasıl olur, olur mu olmaz mı diye sormadım bile kendime. Oldu. Kendiliğinden. Neredeyse kaçınılmazmış gibi. Kaçmak gelmedi aklıma. Benim gelmedi? Ne aklıma, ne içimden. Biraz daha sarılıp öpmek geldi sadece. Biraz daha, biraz daha... Geldi, geçmedi. Geçmesin istiyorum. Yetsin teğet geçtiğimiz, iyi böyle, güzel olduk biz.