30 Haziran 2020 Salı

Kelebek Sardunya

Kulağımdan gitmeyen bir saz semaisiyle açtım gözlerimi. Uzunca bir süre kıpırdamadım. Kumruların sesini duydum sonra. Sabırsızlanıyorlardı. Kalktım, buğdaylarını verdim. Kendime de bir kahve koydum. Yeni aldığım taze toprağı, sardunya tohumlarını çıkardım balkona. O zaman gördüm yerde yatan kelebeği. Daha önce bir deniz minaresiyle karşılaştığım olmuştu balkonda ama cansız yatan bir kelebek içimi acıttı. Ölmek için mi geldin buraya? 




Aşağıdaki bahçeye atamadım, usulca aldım kenara koydum. Uzun saksıdaki toprağı içinde ömrünü tamamlamış sarı lale soğanlarıyla birlikte attım. Vaktiyle çok sevmiş olduğum, birbirini hiç tanımayan iki farklı adam farklı zamanlarda Amsterdam'a gidip bana sarı lale soğanı getirmeyi uygun görmüştü. Soğanlar saksıda birbirine karıştı, hangisi kimin bilmedim fakat birkaç bahar sevinçten uçarak izledim filizlenip açışlarını. Öyle durup seyrettim güzelliklerini, arka planda uzayıp giden gri şehrin çirkinliğine tezatlarını. Birkaç bahardır açmıyorlardı. Vakittir dedim. Sardunya rengi seçemeyip alacalı on tohum almıştım. Lalelerin eski meskenine musiki dinleye dinleye ektim onları. Can suyunu da verdikten sonra cansız kelebeğe takıldı gözüm. Aldım, toprağa kattım onu da. Ölmekle bitmesin, var olmaya devam etsin diye. 



24 Haziran 2020 Çarşamba

Sene-i devriye

Adımı hatırlıyor mu acaba? Gözlerimin alelade kahve rengini? Sanmıyorum, aklına gelecek olsam zorlanır adımı getirmekte. Oysa ben, sol göz kapağının biraz yukarısındaki beni hiç unutmadım mesela. O ben olmak ister, olamazdım.

Bir bir sayarak başladığım günler yıla tamamlandı işte. Koskoca bir yıl. Ne bir yıl önceki kadınım artık, ne de üç yıl önceki. Acılaştım. Enkaz devralmamışım, enkazlığı devralmışım. Onun hayatını yoluna koyabilmesi için benim yoldan çekilmem gerekiyormuş. 

Hatırlamak istemez beni. Hatırlarsa bir insanın başka bir insanı nasıl sevebildiğini de hatırlamak zorunda kalır. Başka kadınlar nasıl dokunuyor acaba? Onu "anlamayan, Müjganlığının farkına varmayan" insanlarla birlikte olduğunu düşünmek yüreğimi burkuyor. Kim bilir, hayalindeki kadını bulup çoktan evlenmiştir, daha ben günleri sayarken belki. Neden olmasın? Şöyle meslektaş, birlikte aynı filmleri tekrar tekrar izleyebileceği, içi dolusu ağlayabileceği, birlikte içmesi keyifli ama onun sağlığını da gözetmeyi ihmal etmeyen, "fazla" feminist olmayan, elini tutmaktan imtina etmeyeceği, uzun boylu güzel bir kadınla mesela. Düğününde Melih Kibar çalmış mıdır? "Her şey seninle güzel" iyi giderdi, tam düğün şarkısı.

Tek fotoğrafımızı ona verirken de biliyordum kolay unutacağını. "Benim aklımda kazılı, sende kalsın" demiştim. "Yapamıyorum" deyip eşyasını toplayıp gittiği gün, 24 Haziran. Eşyasını o toplamadı, hayır, ben toplayıp koymuştum çantasına. İp boğazıma geçmişken hiç değilse ayaklarımın altındaki tabureye tekmeyi kendim atmalıydım. 

Bir yıl sonunda ben, beni anlayan, Leylâlığımın farkına varan ve Leylâlığımı seven bir insanla paylaşıyorum hayatı. İçimdeki bu acılık, ayak bileğimdeki yara gibi kalıcı ve hiç geçmeyecek, anladım. Ama acıyı paylaşınca hayat biraz daha yaşanabilir oluyor, her yeni gün biraz daha az ağır. Yoldaşlıktan başka bir şey değildi zaten istediğim, iki kişilik bir insan zinciri. Onu buldum. Ve her şey geçti diye yalan söylemek zorunda bırakmıyor beni. Hiçbir şeyi saklamak zorunda değilim. Kırıldığım yerden acıyorum hâlâ, unutmuyorum. Bu sayede artık daha iyi biliyorum sevginin kıymetini. Sızı hatırlatıyor. Varsın ben unutulayım, umurumda değil. 


24 Haziran kutlu olsun.