Kapıya asılmış listede adımı göremeyince inanmadım ilkin. Bu mümkün değil. Bu mümkün değil. Ben hocama söz verdim. Ben söz verdim. Bu mümkün değil. Bunu kabul edemem.
Bu büyüklükteki son başarısızlığım Galatasaray Lisesi’ni kazanamamaktı. 12 yaşındaydım.
Küçük dünyam başıma yıkılmıştı. Ben bir gerizekalıydım ve hiçbir hayalim gerçekleşmeyecekti çünkü yeteri kadar iyi değildim. Hayat istediği kadar karmaşık, düşünce sistemim istediği kadar sofistike olsun bazı şeyler son derece basitti işte: Başarısızlığım aptal olduğum anlamına geliyordu ve aptallık kabul edilebilir bir şey değildi. Güzellik ya da çirkinliği zerrece önemsemiyordum. İyilik ve kötülük göreceli şeylerdi. Her şey affedilebilir, her şeye bir açıklama bulunabilirdi. Aptallık dışında.
Hırssız bir insana göre başarısızlığa bu kadar tahammülsüz olmam garip ama başka türlüsü elimden gelmiyor. Bu yetersizlik, bu yeteri kadar iyi olmama hissi korkunç bir şey. Hiçbir şeyin sonu olmadığını bildiğim halde her şeyin sonuymuş gibi.
Biramı, sigaramı, kül tablasını ve telefonumu alıp balkona çıktım. Sandalyeye oturup ayaklarımı da korkuluğa dayadım. Holy Golightly tipi güneş gözlüklerimin ardından uzaklara daldım. Bir yudum aldım, bir nefes çektim. Yeşilköy’e inmeye hazırlanan bir uçağa üfledim dumanımı, türbülansa soktum uçağı. Bir yudum daha aldım. Lastik tokadan kurtulan perçemlerimi rüzgara bırakmıştım.
Sonra ellerinde çiçek ve bir ton birayla kızlar geldi. Sonra telefonlar. Benimse kimseye bakmaya, kimseyi duymaya yüzüm yoktu. Yer yarılacak olsa ilk giren ben olurdum. Oysa kuzguna yavrusuydum işte. Toz kondurmuyordu kimse. Toz kondurmuyorlar. Sarf edilmedik argüman kalmadı. “Teselli etmek için değil” katiyen, “gerçekler bunlar”: Old school bir bölüm oluşu, yepyeni bir çalışma alanı olan konumu çalışacak kimsenin olmayışı, alınacakların önceden belli olması ve benim zaten fazla iyi olduğum ana fikri etrafında gezinen bir sürü argüman. Doğruluk payı olanları paylarıyla birlikte biliyorum ama hırsımdan akan gözyaşlarımı durdurmak kabil değil. Başarısızım. Aptalım. Yeteri kadar iyi değilim. Ölsem yeri.
Sosyoloji hakkında, doktora yapmak hakkında zaten derin şüphelerim varken bu ret iyice sarstı beni. Bu da gelmiyorsa ne geliyor benim elimden? Eğitimine bu kadar yatırım yapılmış bir insanın bu kadar işe yaramaz olması nasıl mümkün olabilir? Eşek bağlasan derler ya…aynen öyle. “Ölenler ölmüyor kızım” der anneannem. Umarım ölüyorlardır. Umarım bunu görmemiştir hocam. Beni görmek istediği okul burası değildi elbette ama burası bile olmadı işte. Ben bir hiçim demek ki.
Ben şimdi ne yapacağım? Ne işe yararım ben, ne gelir elimden, ne yapabilirim? Bitti. Akademik kariyerim bitti işte. Denedim, olmadı. Aptal! Çocukken de böyleydin sen! İlk engebede pes ederdin! “Ayşec. saçmalama, daha çok ret alacağız” dedi arkadaşım. Haklı olduğunu biliyorum, bu işler böyle ama yetmiyor, anlamak çözmeye yetmiyor; bilmek üzülmememe yetmiyor. Olmayacağını düşünmemiştim, bu çok saçma. Ben iyiyim, ben bu işte iyiyim. Yoksa değil miyim?
Burnu havada bir beyan olacak ama başarısızlıktan hoşlanmadığım gibi reddedilmeye de alışık değilim. Hiç terk edilmedim mesela ve yalnız bir kere reddedildim. Aynı o günkü gibi ağlayışım bundan. Sessiz sessiz değil bağıra çağıra. Hırsımdan, çaresizliğimden; değiştiremeyişim, etki edemeyişimden. Nasıl edemem, nasıl sevmezsin beni, nasıl olur da kabul etmezsin? Gururumu elden bıraktığımda hep çok geçti zaten. Zamanlama hep bir felaket unsuru oldu hayatımda.
Acaba bu ne değiştirecek hayatımda? Counter-factuals iyi gelen bir yaklaşım. Tarihin kırıldığı anlardan biri bu da. Öte yandan, tarihin tanımı gereği kırık olduğu düşünülecek olursa...
Boşluğa düştüm. Ne yapacağımı bilemedim. Merdivenlere oturup sınavın başladığı ana kadar elimden bırakmadığım kitaba takıldı gözüm. Okumaya başladım. Kitap okumaktan başka bir şey gelmedi aklıma. Ne zamandır kendi keyfim için, sosyolojiyle ilintisi olmayan hiçbir şey okumamaktan yakınmıyor muydum? Bundan sonra ne yapacağımı bilmiyordum ama işe kitap okumakla başlayacaktım. Sadece kendim için. Her şey böyle başlamamış mıydı zaten? Okuduklarım şövaleden ağır bastığı için bu tercihleri yapmış ve bu noktaya gelmemiş miydim? Bayılıyorsun değil mi dramaya? Evet, müptelasıyım. Bak yazar ne diyor: “Aslolan iki şey vardır: güzel kızlarla aşk, ve New Orleans’ın ya da Duke Ellington’un müziği, ikisi de aynı şey. Geri kalan yok olmalı, çünkü geri kalan çirkindir…” Adam haklı. Duke Ellington açtım. Aldığım ilk caz kaseti onunkiydi, orta okuldaydım.
Güçsüzlükten de hoşlanmıyorum. Saçmalamayı kes ve toparla kendini. Şu yayınevine gidip çeviri için deneme metni alırım. Tezimden makale çıkarma işini ertelemeyi bırakır yazarım şu makaleyi, bir yayınım olur. Bir ara da hayatta ne istediğime karar veririm. Sosyolog olmak istemiyorumdur, doktora yapmak istemiyorumdur belki. Belki dans etmek istiyorumdur? Dahası artık mutlu olmak istiyorumdur belki? Yeniden… Yeniden mutlu olmak istiyorumdur.
Çok koşmuş çok yorulmuş gibi hissediyorum kendimi. Oysa bir arpa boyu yol bile katedememişim işte. Olsun gene de duracağım biraz. Ayaklarımı uzatıp kitabımı okuyacağım. Kitabı bitirip de ayaklarımı yere indirdiğim zaman düşüneceğim. Ne yapmak istediğimi düşüneceğim.