14 Haziran 2017 Çarşamba

Yanlış Numara



"Tûtî-i mu'cize-gûyem, ne desem laf değil". Lâf-ü güzaf, İsmail. Bugünlerde şuraya yazacağım hiçbir şey hayrıma olmayacaktır, biliyorum. Öte yandan, yazmayıp da ne edeyim? Dipsiz kuyulara mı haykırayım? Hem ne haykıracağımı bilmiyorum, hem de dibinde merdivensiz kalmış biri miri çıkar neme lazım, geri seslenirse "yanlış numara" der fıyarım. Fıymak bizim işimiz.

Ne yazsam huysuz, mızmız, zayıf görüneceğim. Ama biliyorum ki yazmazsam daha kötüsü olacak. Görünmekten kötüsü yani. Hem kim görecek ki burayı? Burası da bir dipsiz kuyu en nihayetinde. -En azından- buradaki merdivensiz tek kişi benim. Yukarıdan biri seslenecek olsa evde yok numarası yapıyorum. Günler, aylar geçiyor. Yıllar da geçecek. Geçiyorlar, biliyorum. 

Sanırım buna benzer bir ruh haline en son 2010'da girmiştim. Emin değilim, geri dönüp yazdıklarımı okumam lazım. O da hiç içimden gelmiyor. Hoş, en iyi yazdığım dönem de o dönemdi. Umarım en azından öyle bir getirisi olur bu çakma depresyon öncesi halimin. Yaz da buna hiç uygun bir mevsim değil ya neyse. 

Sebeb-i blogum on gün sonra evleniyor. Aklıma gelen en olağan şüpheli sebep bu oldu fakat korkarım ki değil. Nadiren aklıma geliyor çünkü. 23'ü Cuma'ya denk gelmesine bozuldum, üzüldüm biraz o kadar. Onun dışında, sadece bir yılan hikâyesi işte. On yılın sonunda hikâyeliğinden bile şüpheliyim. Sonuncusu hariç bütün ilişkilerimi derinden etkileyen, varlığımı üzerine kurduğum bir saplantı, bir imaj, bir inşa. Bugün yalnızsam bunda onun da payı olduğunu biliyorum, hissediyorum (Sorun değil, birbirimiz üzerinde her hakka sahibiz. Hakkımın son on gününü de değerlendireceğim.) İçimizden birinin kendini kurtarmış olması sevindirici. 

Onun dışında pek fazla şey hissetmiyorum. Sorun da bu zaten: Hissetmiyorum. Suni solunum cihazından medet umar misali romantik komedilere ve romantik dramlara sarmaya başladım. Kalbim çarpsın diye, gözyaşım aksın diye. Hoş, bu ülke kendi kişisel dramlarına gözyaşı akıtmana fırsat bırakmıyor ama olduğu kadar. Kişisel dramlarımı yaşama hakkımı savunuyorum. Tam tersini düşün. Dünya yanıyor olsa, tam da o sırada âşık olmaya hakkın yok mu? Var. Hatta pek çok film bunun hakkında. Bu da onun tam tersi işte. 

Kimseye bir zararım yok zaten. Kimseciklere ilişmiyorum. Durduğum yerde duruyor ve çalışıyorum. Annem "evli ve çocuklu olmadığım ve para kazanamadığım için" beni arkadaşlarına karşı kahramanca savunurken ben aslında bundan daha iyi bir hayat tahayyül edemiyorum. Az kazanıyorum ama severek, huzur içinde ve özgürce çalışıyorum. Evliliğe gelince... Saygı duyduğum bir kurum değil. Biz sekiz kadınız, aralarındaki tek bekar benim. O kadınlara çok saygı duyuyorum ve mutluluklarını paylaşmaktan keyif alıyorum. Ama kurumlara değil, duygulara saygım var. Galiba özlediğim de onlar zaten. 

Oysa yavaş yavaş siliniyor hafızamdan. Neyi özlediğim, neyi özlemem gerektiği. Bilemez oluyorum yavaş yavaş. İstemez, aramaz oluyorum. "Ah mine'l-aşk ve mine'l-garaib". Bu yaşımda, bu günümde daha farklı olacağımı ummuştum sanırım. Ne bileyim... daha keyifli, daha umutlu, daha az kasvetli, daha az düşünceli. Bazı günler yaşımı geçiyorum. İşte o günleri sevmiyorum ve sayılarının artmasından endişe ediyorum. Ülkenin de büyük payı var bu erken yaşlanmada. Ama asıl sorumlu benimdir kesin. Her zaman benimdir. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder