31 Ocak 2020 Cuma

"Leylan kurban"


25 Ocak 2020


Kitabı okumak için kucağıma aldım ama hemen çeviremedim kapağı. Usulca adını okşadım bir müddet. Leylan. Böyle bitirdiğim birkaç mektup var; belki yazmışımdır, belki sade içimden: "Leylan". Yüreğim taştığı vakitler, hem de öyle yazarken filan değil konuşurken "...kurban" diye devam ettiğim olurdu. Değil mi ki böyle sevmekle kenarları pırtık al yazmalı başımı eğip kendim uzattım sunağa. Âşık başını taş sunakta bırakmış bir beden gibi hissediyorum kendimi. Oradan oraya koşuyor, yetişmeye çalışıyorum; dokunuyorum yeniden duyabilmek için sıcağı, soğuğu, sevgiyi, duyuyorum da; güzel şeyler yiyip içerken tek derdim tat alabilmek yeniden, alıyorum; hasılı vargücümle çırpınıyorum. Hem nasıl çırpınmak, kanatlarım var sanki uçmaya yetmeyen. Kanatlarım var, başım yerinde değil. Kendi kendimeyken uzağa dalıp donuyor bakışlarım. Sonra bir şey oluyor gülümsüyorum. Buruk muruk, ne fark eder. 



Bedenim dizlerinden, avuçlarından güç alarak doğruluyor. İşe gidiyor, işten geliyor; köpeğini gezdiriyor, öpüyor, azarlıyor, sonra yine öpüyor; boş bir an yok, sürekli kitap çeviriyor; bugün de az uyuyuveririm deyip sendikacılık ediyor; kitap okumanın, daha çok film izlemenin hayaliyle yaşıyor bedenim. Sevmek mütereddit bir hayalet gibi kimi zaman yaklaşıp cisimleşiyor, kimi zaman erişemeyeceğim kadar uzak kalıyor. Yanımda beni anlayan biri var, yeryüzünde beni anlayan tek kişi belki. Acının ve yasın lanet direngenliğini iyi biliyor. Benden daha barışık hatta. Onun sükunetini hayranlıkla izliyorum. Gün gelip izleyemeyeceğimden korkuyorum. O da bir aziz değil en nihayetinde, insan.

Giden geri geliyor rüyalarda. Uyanıp uyuyorum, yine orada. Yüzünü ellerimle gözlerimle sevip okşuyorum, ellerini uzatıyor.



"Olmaz" diyorum sertçe, "seni istemiyorum artık." Kararlılığım beni bile şaşırtıyor. Öyle ya rüya bu, insanın özledikleriyle hasret giderdiği yer; ölenlerle ya da ölmüş kadar uzaktakilerle. Ondan da uzağı var anlaşılan, öldürmüş kadar uzak olanlar. Yazık ki ikinci bir başım yok sunağa uzatacak. Bunu rüyamda bile biliyorum.

Doğruluyorum. Fakat doğal ömrü birkaç mevsim olduğu halde yaşama fırsatı bulamamış bir acı sıkıştıkça sıkışıyor içimde. Ölü bir bebek gibi içimden zehirliyor beni. Ağıt yakan türküler adımı çağırıyor, kulaklarımı tıkıyorum. Savunmasız yakaladığı vakit buz gibi, koyu bir inançsızlık kapkara kaplıyor içimi. Oysa bağım öyle güçlü ki yaşamakla acı beni ancak besleyebilir. Acımı da seviyorum. Kim bilir belki en çok ona âşığımdır. Yarım kalan aşklar gibi acı da tamamlanmak istiyor. Direniyorum. Sanırım bir süredir gücümün çoğunu koşturup yetişmeye çalıştığım şeylerden çok buna harcıyorum. Yanlış mı yapıyorum, doğrusu ne... artık bilmiyorum. Mevsimlerin geçişini, Müjgan'ın kıvrılıp uyuyuşunu izliyorum. İçimde o kadim güzel-olan-her-şeyi-mahvetme korkusu. İçimde bir sürü hüzünlü türkü. Pencereden dışarı bakıyorum, mevsimler geçiyor. 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder