30 Haziran 2010 Çarşamba
İki Çift Laf
28 Haziran 2010 Pazartesi
Much ado about nothing #2
25 Haziran 2010 Cuma
Mutlu Aşk Yoktur
Ne gücü ne zayıflığı ne de yüreği
Açıverse masumca kollarını yana bir haç olur gölgesi
Bağlanayım derken mutluluğuna parçalar onu
Yaşamı olağandışı ve acılı bir bölünmedir
Mutlu aşk yoktur
Ellerinden silahları alınmış bu askerler gibidir hayatı
Hani kuşandırılır ya yazgılarınız başka olacak diye sabahları
Kalksalar da çok erken değişmez ki hiç yazgıları
Yine yılgın kalırlar boşlukta kalırlar akşamları
Ömrüm deyin ve tutun gözyaşlarınızı
Mutlu aşk yoktur
Uğruna yırtındığım sevgilim güzel yüzlüm benim
Yaralı bir kuş gibi içimdesin benim
Onlarsa bilmeden seyrederler geçişimizi
Can vermeye hazırdırlar iri gözlerin uğruna
Yineleyerek ardımdan ördüğüm sözcükleri
Mutlu aşk yoktur
Artık çok geç yaşamayı öğrenmek için
Azıcık bir türkü için ne kadar mutsuzluk gerekiyorsa
Bir ürperti uğruna nasıl pişmanlık duyulacaksa
Ve bir gitar havası için ne kadar hıçkırık gerekiyorsa
Ağlasın geceleri birleşen kalplerimiz
Mutlu aşk yoktur
Aşk yoktur ki gömülmesin içine acıların
Aşk yoktur ki uğruna yaralanılmasın
Aşk yoktur ki uğruna yıpranılmasın
Ve senin aşkından üstün değil vatan aşkı
Bir aşk yoktur ki gözyaşı olmadan yaşamasın
Mutlu aşk yoktur
Yine ikimizin aşkı vardır
Aragon
La Diane Française Lyon, Ocak 1943
Çeviren: Bahadır Gülmez
23 Haziran 2010 Çarşamba
Bostan Korkuluğu
Demli gamlı nihavent makamında yazılar yazmayı bırakmaya çalışıyorum. Aslında yazmayı bırakmaya çalışıyorum ama böyle teskin edici bir etkisi varken çok zor. Ketumun tam aksiyim, içimde tutmamam yönünde katı bir kaide varmış gibi yazıyorum. Yazarlar rafine yazarlar, bense tam manasıyla can havliyle yazıyorum. “Sade kulaklarım olsa gene iyi, ben bir eşeğim” diye karanlık, kör bir kuyuya avazım çıktığı kadar bağırır gibi basıyor tuşlara parmaklarım.
Ama artık yoruldum. Mütemadiyen geçmişle hesaplaşmaktan, kendimi itham etmekten, hırpalamaktan yorgun düştüm. Benden bu kadar. Bırakıyorum. Ben de kalbimi biliyorum, öyleyse bunca çırpınış niye?
Herkes mutsuz, herkes yalnız, herkesin canı öyle veya böyle yanmış. Kendi hayatının protagonisti herkes. Doğru davranalım derken bir sürü hataya düşüyoruz. Öyle ki bazen dürüstlüğün kendisi bile hata oluyor. Daha büyük üzüntülere mani olmalıyım derken yarattığın kadarı bile alt üst ediyor herkesin hayatını. Gene kendini beceriksiz, sarsak ve kayıp hissediyorsun. Bu defa garip bir biçimde içim rahat. Doğru bildiğimi yapmak için vermesi zor bir karar aldım, sonunda gene kaybettim ama hata demeye varmıyor dilim. Büyümek bitmiyor. Sevmek de bitmiyordur eminim. Zaman ilaç olmasa da zamanla dibe çöküyor acılar, demleniyorsun.
Gök gürültüsünden korktuğumu söylemiş miydim hiç? Vakit olmadı. Günlerdir durmadı şimşek, gök gürültüsü, yağmur. Gökyüzü üstümüze çöküverecekmiş gibi. Yağmur yağmıyor, yukarıdan kovayla döküyorlar sanki. Bir boşandı mı göz gözü görmüyor. İlk defa yağmur görür gibiyim çünkü ilk defa o eski anlamını yüklemeden izliyorum yağışını. Yağmur yüklü bulutlar, anlam yüklü yağmurları bozkırda bırakıp geldiler. Aşk yüklü kelimelerin kelime olarak kaldıkları yerde.
Kadın vokaller şarkılarında avaz avaz bağırdıkları zaman biz bağırıyormuşuz gibi rahatlarız ya hani, bu yağmurlar da öyle rahatlattı içimi. Yağan yağmur değil benim sanki. Kopan fırtına değil benim, esen rüzgar değil ben. Çok sevdiği bir insanı kaybettiğini, onu artık rüyalarından başka yerde görmesinin mümkün olmadığını en nihayet kabullenmiş insanların sükunetiyle yürüyor, konuşuyor ve yazıyorum. Çırpınmayı bıraktım. Bir yandan benden bekleneni yapmaya gayret ederken, hayatın geçişini izliyorum sakince. İçimden, ‘ne yaptıysam aşkla sevdayla yaptım’ diye geçirirken buruk bir gülümseme belirip kayboluveriyor yüzümde.
Nuran’ı ve Mümtaz’ı düşünüyorum. Tek istediğim huzur. Bu inanmak ve güvenmek istekleri ise yeni, onları tanımıyorum. Olmazsa olmazı olmasalar bari huzurun.
Güneş açtı ama yine bozacak, biliyorum. Gün, gece gibi karanlık oluveriyor. Geceler gündüz gibi aydınlanıveriyor ardı ardına çakan şimşeklerle.
Ben şimdi güneşe güvensem mesela, ama çok güvensem. Öyle ki çiçekli bir elbise ve sandaletlerle çıksam sokağa, sonra bir anda bulutların ardına gizlense güneş, gök gürlemeye başlasa yeniden ve yağmur boşansa var gücüyle, sırılsıklam olsam, çok hasta olsam sonra da. Kızabilir miyim güneşe? İnanmam artık sana diyebilir miyim? Diyemem ki ben. Diyemem. Gene inanır, gene ıslanır, gene hasta olurum. Arkadaşım badem ağacı gibi. Gençlik isyanla, inatla, sevdayla malul ise dua edelim de hafıza-i beşer hakikaten nisyanla malul olsun. Ben gene mağlup olmaya razıyım.