18 Ocak 2011 Salı

Bik Bik

Bu sefer de Alpay Erdem stayla yazayım haydi. Aslında Vedat Özdemiroğlu demeyi tercih ederdim ama ona saygımdan ötüriyet, satır aralarından muhafazakarlık kokuları aldığım için ne zamandır okumadığım Alpay Erdem'den aparttığımı söylüyorum. VÖ'nün çok tatlı muhabbeti var bu arada, söylemeden geçemem.



* AKP'nin gizli ajandasından bahsediliyor. Ben lahana çorbası diyetinin gizli ajandasından bahsetmek istiyorum: anorexia bulimia. Buram buram kereviz, brokoli ve lahana kokan bu çorbanın asıl amacı metabolizmayı hızlandırmak falan değil, basbayağı kusturmak. Öyle ki istifra, çıkartma falan az kalır. Yani her diyetin ortak amacı olan yemekten ve hayattan soğutmanın bir level üstü bu leş gibi diyet. Bundandır ki sadece 2 gün sonra kıtlıktan çıkmış gibi yağsız tuzsuz zeytin ve yağsız peynirle domates, bibere yumulurken "zeytine peynire can veren allahım sana geliyorum!" ve "rabbım kimseyi açlıkla terbiye etmesin!" diye höykürdüm adeta. 

ScarletO'Hara'nın topraktan havuç sökerek yediği final sahnesindeki repliği beni andı:
"As God is my witness, as God is my witness they're not going to lick me. I'm going to live through this and when it's all over, I'll never be hungry again. No, nor any of my folk. If I have to lie, steal, cheat or kill. As God is my witness, I'll never be hungry again." 

* Erkeklerin taksilerde öne oturmasına takığım. Hiç anlamam bacak boyu filan. Ataerkilliğin vücuda geldiği andır benim için. Meşru sayılabileceği durumları tenzih ederim fakat bir kadın bir erkek binilen takside erkeğin öne oturmasını aklım almıyor. Hakeza tek başına olan erkek müşterinin öne oturması. Hiç öne oturan tek başına kadın müşteri gördünüz mü? İçimden geliyor halbuki, çok da nefis muhabbet ederim. Ha mesela bir de bir gün Ankara'ya gideceğim, otobüste sadece arka sıra kalmış. Eyvallah, koca otobüs boşsa da tercihimi en arka sıra cam kenarından kullanırım zaten. Yok, ne adam ne internet veriyor bana o koltuğu. Erkek paşa oturacak oraya. Kimse oturmasa muavin çökecek filan, rahatsız olurmuşum. "Bay yanı, bayan yanı". Keyfimin kahyası mısınız ulan? Bırak da ona ben karar vereyim. Belki ben rahatsız edeceğim herifi ya da belki muasır medeniyetler seviyesinde yolculuk edeceğiz. Belki elektriğimiz tutacak, evlenip üç çoluk çocuğa karışacağız. Ne hakkın var saadetime mâni olmaya, kara vicdanlı.




* Toplumumuzun kutsal yapı taşı ailenin (!) çöküşünü bilmem ama kentli, eğitimli, orta-üst sınıfa mensup çekirdek ailenin çöküşü dizilerden değil laptop'lardan olacak canım benim. Üç kişilik çekirdek ailenin her çekirdeğinin kucağında bir laptop olacak iş değil. Bu zımbırtıların saksı gibi masa üstünde edebiyle durduğu ve kimseye internetsizlikten titremeler gelmediği yıllarda elektrik gittiği zaman sevinirdim iki çift laf edebileceğiz diye. Sağ olsun elektrikle birlikte internet de gidiyor ama o tat da gitti gider. Anneanne-dede evinde de olsa cereyan kesildiğinde gaz lambasının kullanıldığını görmüş insanım arkadaş, nostalji en doğal hakkım. Kaldı ki Körfez Savaşı'nı hatırlayan herkesin de hakkıdır bence (yaktın beni "80'lerde Çocuk Olmak" kitabı. Kafa iyice gitti Perihan Abla'ya, çıkartma küpelere, renkli kolonya torbacıklarına).


* Değişmeyen tek şey değişimin kendisi, bir de benim elimin üstüne not alma huyumdur. Gerçi adı üstünde huy, belli ki değişmiyor. Neyse ki alan küçük, fazla bir şey sığmıyor. Birkaç sene önce büyüdüm adam oldum edalarında lisemi ziyarete gittiğimde ortaokul coğrafya hocam görüp gülerek azarlamıştı "kızım hala mı!" diye. Valla o kadar hala ki geçen ay tez jüri üyeme telefonda "hocam ben sizin adresi elime yazmıştım o gün de silinmiş, hangi binaydı sizin" demek zorunda kaldım. "Demek hala nick kullanıyorsun" diye mail adresimle de kafa buldu zaten. Bu ve bunun gibi tonlarca salaklığıma rağmen dersinde sunum yapmamı istemesi bir mucize. 


* İkidir azimle internetten izliyorum Muhteşem Yüzyıl dizisini. Reklamları pas geçmek de işime geliyor tabi. Neyse ki Nebahat Çehre'nin kostümü Pamuk Prenses'in üvey annesi kötü cadı karakterinden sıyrıldı biraz. Neydi o öyle ilk bölüm. İlk bölümünde dizi sanki Osmanlı sarayında geçiyor da Nebahat Çehre Avrupa'daki müstakil şatosunda ikamet ediyordu. Yalnız, replikler biraz özensizce sadeleştirilmiş gibi geliyor. "Akdeniz Türk gölü olacak" ve benzeri ne kadar ortaokul tarih kitabı klişesi varsa sıralanıyor. Tamam, belgesel değil dedik de kendi parodisine de dönüşmesin, değil mi? Bir de, kostümlerde kullanılan kumaşları izliyorum resmen. "Ne kadar yakıyor bu" türklüğüyle "amma para gidiyordur haa" diyorum içimden. 


* Bir kadının ahını almayacaksın. Ciddi söylüyorum. Kindar sürprizler seni bekler yoksa. İçinden ne çıkacağı da belli olmaz. Şahsen, canı yakılmış kadından korkarım arkadaş. Herkesin de korkmasını tavsiye ederim (Hürrem'den çağrıştı). Öte yandan, cinayetin cezası olmasa beni iki kaşımın ortasından vurmakta tereddüt etmeyecek birkaç kadın sayabilirim. Kill Ayşec I, Kill Ayşec II, Kill Ayşec III. Bu seri tutulur, baya da gider. 


* Meyhane kültürü olan memlekette en tutan diyetin Sibel Can diyeti olması ve Sibel Can'ın bugüne kadar alıp verdiği kiloların toplamının 500'e yaklaşmış olması bana çok tutarlı geliyor. Meyhane kültürü bir yana akşam yemeği sofrasında en çok vakit geçiren ülkelerden biri Türkiye (Burada da George Costanza çağrışım yoluyla intikal etti fesat aklıma). 


* Aa baya tuttum ben bu yazım stilini. Aklıma estikçe buradan yürürüm böyle.


* Geyiğe daldım da unuttum sanılmasın. Yarın aynı saatte, aynı yerde.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder