17 Mart 2013 Pazar

Kadın Hikayeleri


Hışımla kapadı televizyonu. Kumandayı tiksintiyle kanepeye fırlattı. Sözümona bir yarışmanın jüri üyesi ünlü bir kadın, yarışmacılardan küçük bir çocuğu masaya yatırmış poposunu mıncıklıyor ve herkes gülmekten kırılıyor. Duyduğu tam olarak öfke ve mide bulantısıydı.

Hikâyeler anlatılmak içindir. Er geç anlatılır. Anlatılmadan önce uzun bir suskunluk gerektirir kimi. Özellikle de kadın hikâyeleri. Kadınların birbirlerine bile anlatmak istemedikleri tatsız ve rahatsız edici hikâyeler. Ama er ya da geç anlatılır…çünkü hikayeler, tatsız ve rahatsız edici olanları bile –en çok da onlar- anlatılmak içindir. 

Bu hikâyenin geçtiği zamanda Turgut Özal cumhurbaşkanı, bütün televizyonlar renkli değil, Berlin Duvarı henüz yıkılmadı ve Körfez Savaşı henüz yaşanmadı. Hikâyenin geçtiği yer bir ev. Bir örgüt olmasından şüphe edilebilecek sayıda insan bir araya gelmiş, yemek yiyor masanın etrafında. Belki on kişi var. Hepsi iyi, güzel, doğru insanlar. Kimi evli, çocuklarını da alıp gelmişler. Şimdi salonda koşturan çocukların hiçbiri darbeyi görmedi. Kiminin anne babası henüz tanışmamıştı bile. Anne-baba değil kadın, erkek, mühendis, doktor ve avukatlardı sadece. 

Çocuklardan en küçüğü kız. Pamuklu kumaştan kısa, çiçekli bir elbise var üstünde. Kısa saçları lastik tokalarla iki yandan atkuyruğu yapılmış. Pamuklu kumaştan fitilli, beyaz bir donu var. Donun iki yanından çıkan bacakları boğum boğum. Bir bebeği andırıyor hala. Kısa beyaz çoraplarının dışarıya kıvrılınca görünen beyaz fırfırları var. Çorapları çok küçük. Ayakları da öyle. Ev tanıdık. Her oda bir keşif alanı, her eşya bir oyuncak burada. Büyükler ise konuşmaya dalmış masanın etrafında. Mevzu derin olmalı.

Ev tanıdık. Kapıdan girince hemen karşısı salon. Yemek masasını geçince karşıda koltuklar ve kanepe. Masanın üstüne düşen ışık, masaya iyice yaklaşınca açılmış bir çiçeği andıran avizeden geliyor. Başka her yer karanlık. Hol, tuvalet, odalar. Küçük kız çocuğu hem korkak, hem meraklı. Korkusu ağır basıyor. Hem salon da büyük. Açılmış çiçekten sızan ışık hole vuruyor. Küçük kız için sınır, ışığın bittiği yer.

Ev sahibinin çocuğu küçük kız çocuğundan büyük ama bir çocuk kadar küçük. Odasının kapısı kapalı. Biraz büyük çocuklar, biraz küçük çocuklara oyuncaklarını vermek istemez. Küçük kızda sezgisel bir gurur, odaya girmese de olur. Kapısında bir amca duruyor odanın. Gözlükleri var. Kareli bir gömlek giyiyor. Saçı biraz uzun, sakalı daha uzun. Biraz beyaz sakalı, çok değil. “Gel” diyor sessizce, “odada ne var”. Küçük kızdan başka kimse duymuyor bu çağrıyı. “Orada ne var? Ne var orada?”

Odanın buzlu camdan kapısı sessizce kapanıyor ardından. Kapının sağı aynalı gardırop, tam karşısında bir çocuk yatağı. Gardıropta çocuklar tırmanabilsin diye basamaklar var. Gardırop bile oyuncak. Bir de amca var odada, bir de kız. Halıfleks olan yere önce bağdaş kuruyor amca, yüzü kapıya dönük. “Gel” diyor kıza, “oynayalım”. Kızın boyu yerden dize kadar, oda kocaman, amca büyük. İnsanlar iyi ve oyun oynamak güzel. 

Kız çocuğu fazla küçük. Bir yudum su kadar bir şey. “Gel” diyor amca, “yat kucağıma”. Ev tanıdık, insanlar iyi, oyun oynamak güzel. Gülerek sırt üstü yatıyor amcanın kucağına. Amca gülerek yüzüstü çeviriyor onu kucağında. Bu nasıl bir oyun? Elbisesini sıyırıp donunu aşağı indiriyor kızın. Açıkta kalan küçük popoyla oynamaya başlıyor. Gıdıklamadan, okşar gibi. Kızın bildiği hiçbir oyuna benzemiyor bu. Nedenini bilmediği halde içi ürperiyor. Rahatsızlık ve korku doluyor içine. Neden korktuğunu bile bilmediği halde, orada olmak istemiyor. Halbuki zarar gelmez büyüklerden. Gelmez. Gelmemeli. Gelmemeliydi.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder