14 Haziran 2016 Salı

#direnmenekşe

Bu benim menekşem. Hep böyle değildi, son aylarda yaprakları teker teker kurudu. Ben de kurumuş yapraklara boş yere su çekmeye çalışmasın diye teker teker kestim yapraklarını. Konuşa konuşa, neden kestiğimi anlatarak kestim. Aslında ne yapılacağını bildiğimden değil de sezgisel biraz. 

Sonra temizliğe gelen ablayla konuşurken bir menekşenin beş yıl yaşamasının bile neredeyse mucize olduğunu söyledi. (Duydun mu Vernon?) Keşke bir iki yaprağını kesip toprağa gömseymişim, oradan kök salarmış. Öyle de dedi ama onun için artık çok geçti. Neyse ki "kurumuş bu" diye çöpe atmak üzere uzandığı saksıdaki çiçek kolay pes etmemeye karar vermişti ve neyse ki çiçeğin kurumadığını, direndiğini göstermek üzere ben oradaydım. İnatla hayata tutunan çiçeğimin bir yanlış anlama sonucu çöpü boyladığını öğrenseydim hatırı sayılır bir müddet toparlayamazdım kendimi.

Her şeyden önce bu anısı olan bir çiçek. (Şu blogda "menekşe" diye aratınca çıkan yazıların sayısına ben bile şaşırdım az önce.) İstanbul'a geri taşındığım zaman evde başka bir saksı menekşe vardı. Tezimi yazarken yoldaş olmuştu bana, ben de ona çok bağlanmıştım. O zaman çalışma masam pencerenin önünde, ikimiz de pencere önü çiçeği yani. Benim pencereyle aramda bir de monitör var tabi ama olsun. Tez bitti. Gel zaman git zaman sararmaya başladı yaprakları. Vitaminler aldım, yapraklarını temizledim, kâr etmedi. Can çekiştiği sıralarda güneş görsün diye balkona koyduğum bir gün kuşlar devirip yere düşürdüler saksıyı. Cinayet mahalli gibiydi o saçılan toprak. Oturdum ağladım başında. Ve duyduğum kederi de yazdım buraya. Biraz zaman geçti aradan. Vernon'la birbirimizin blogunu okuyoruz o zaman, görüşmeden tanışıyoruz. Okuya tanıya sevdik birbirimizi, bu iş olur dedik, el ele tutuştuk. Bir akşam üstü iş çıkışı elinde geri dönüşüm kağıdından bir torbayla çıkageldi. İçinde de bir saksı menekşe var. Bu o menekşe işte. Saksı çiçeği almasına mı, yazdıklarımı okuyup ne kadar üzüldüğümü anlayıp aylar sonra böyle bir güzellik yapmasına mı... en mutlu olduğum anlardan biriydi işte.

Yine "gel zaman git zaman", biz kendi yollarımıza gittik. Menekşenin velayeti bende tabi. Neymiş, bunu da öldürürmüşüm ben. İsteyince inanılmaz gıcıklaşabilen bir insan, bunu da söylemeye hakkım var. Hayır gıcıklığı bir yana, içim ürperiyor bir yandan "ya sahiden bu da ölürse" diye. Gözüm gibi bakıyorum. İnadımdan değil ha. Yani Vernon'a inadımdan değil. Bir menekşe ölümüne daha katlanamayacağım için. Avuç içi kadar bir can zaten, dayanamıyor ki insan.

Anlattığım gibi en son bu hale geldi işte. Göz alıcı mor çiçekleri, hatta yaprakları bile yok ama direnişin en yakınımdaki simgesi şu an. Direniyor, yaşama tutunuyor, ben de ona tutunuyorum. Benim de bir yerden güç almam gerekiyor ve şu anda etrafımda bu menekşeden daha fazla yaşamaya istekli kimse yok. Kuru gövdesinden son bir gayretle çıkardığı minik yeşil yapraklarındaki yaşama iradesinin bende uyandırdığı saygı ve hayranlık koca koca saksılarla ölçülebilir ancak. Minicik bir saksı çiçeğinin insana verdiği kuvveti ise -ne kadar denesem de- kelimelerle anlatamam. 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder