29 Kasım 2016 Salı

"Kim o?"

Bir sosyal bilimciyi derin tefekkürlere sevk edebilecek bu sorunun cevabı hep aynıdır, hiç sekmez: "Ben!" Bir bakıma hep aynı kişidir yani gelen. "Benim işte. Sesimden tanımanı bekliyorum beni, adımı duymana gerek var mı?"

Bu ufacık tefecik gündelik pratiğin genelleştirilmeye müsait bir hali var. Eski Türk geleneklerinde adın ruhun taşıyıcısı olmasına kadar uzanabilir ittirirsek. Malum, ad o yüzden ucuza gitmez, "bağışlanan" bir şeydir. "Adınızı bağışlar mısınız?" Hayır.

"Adımı söyletme bana, ruhumu ele verdirme, sesimden bil beni."

Kim mi o? Kimden bahsediyoruz, burada sen ve ben varız yalnız. O kim sahiden? İşe bak, üçüncü tekil soruya zamir cevap. Ne demek "zamir"? Sır, benlik, gönül; dışarıdan görülmeyen iç yüz. Üçüncü tekille uzağa fırlatılan soruyu "Benim" diye sahiplenerek yakına çekmek. İki kere "ben" bir nevi.

Adımı diyemem, sırrımı söyleyemem. Peki nedir sırrın? Benim. "Niçin güvenemiyorsun bana?" Niye güveneyim?


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder