28 Temmuz 2012 Cumartesi

Passer-by



Kimsenin hayatına kalmak için girmedim. Geçiyordum uğradım.
Yalnız birini diğer yarım sandım, değilmiş.
Biriyle birlikte kitap okudum. Ömrümce de okurum sandım ama baktım ki ağlıyorum, sonuna kadar okuyamadım. Halbuki kitap dolu bir ev ve çocuklar vardı sonunda.
Çok sevdim, çok sevildim. Hayatta hiçbir şeyim fazla olmadı sevgim kadar. Elbet üzüldüğüm de oldu benim. Bir masayı tutup devirdiğim, yere yatıp ağladığım, yağmur altında tokat attığım, yere fırlatıldığım… Ara sıra kıskandığım bile oldu ama içimden ve çok değil. Hiç terk edilmedim, hep aşk için terk ettim. Âşık olduğum adamı terk ettiğim de oldu benim, dönmek isteyip dönemediğim de. Sevip de söyleyemediğim oldu, söylesem de sevmediğim asla.
30’a 3 kala ben durdum, etraf hareketlendi. Evlenenler, doğuranlar ve buna benzer bir takım toplumsallıklar. Sükûnetle izliyorum kenardan. Hevesim, istidadım var mı diye ara sıra yokluyorum kendimi, tık yok. Kendime yalan söylediğimi hissettiğim de oluyor, olmuyor desem yalan. Zaman zaman.
20’yi 7 geçe tek istediğim sevildiğimi bilmek. İlgi, güven, kıskanılmak, hediyeler, sürprizler, jestler… Değil, hiçbiri değil. Yalnızca bilmek, iyi bilmek.  
Geçerken uğrayan ben değilim bu defa ama yerimi sevdim. Sadece söyleyemiyorum. Söylemek gerekiyor mu, onu da bilmiyorum artık. İnsan neyi neden duymak ister, duymadan bilinmez mi bu işler… Bilmiyorum. 

18 Temmuz 2012 Çarşamba

Günden mi Geceden mi Bilinmez bir Güzellik


Ayçiçekleri ya da gündöndüler ya da gündendi... Fazla uzağa gitmemekle birlikte İstanbul'dan kaçmayı başardığım şu birkaç günden aklımda kalan en güçlü imge bu olacak: yol boyunca uzanan ayçiçeği tarlaları. Sonra kendimi Saros'un berrak sularına bıraktığım an ve çok oynarsam değil hiç oynamazsam ayıplanabileceğime inandırılarak gönlümce göbek attığım Keşan düğünü. Her güzel şeyin sonu olmazsa olmaz. Yoo, olmayınca da olmaz belki ama ben henüz uzağım oraya, belli.
Olsun be, bu kadarcık kaçamak bile çok iyi de oldu, çok güzel iyi oldu. Keyifli bir ekip, kalabalık bir aile, bir takım bazı toplumsallıklar, bir bebeğin gülücüğünden gayri olup da silinen her şey ve içime işlemesi fazla uzun sürmeyen Ege ruhu; hayatta hayattan değerli bir şey yokmuşçasına yaşama isteği. Var gibi geliyor bazan, inanıyor insan. Yalan, külliyen yalan ama koca bir yalana inanmış gibi yaparak yaşamak da gerekiyor bazan.
Ege'nin neresi olduğu fark etmiyor anlaşılan, insanın kalbi Ege'de her türlü kalıyor. Ve sinir, stres ve asabiyet, ölümden başka durumlarda da anlamını yitiriyor bazan.