28 Ekim 2015 Çarşamba

"Beautiful"

Nasıl anlatayım neden sabahtan beri ağladığımı bilmem. 
Asırlık barba ölmedi de sanki, aldığım ilk rakı yudumunu kaybettim. Halbuki İmroz'da içmemiştim ilk rakımı. 
Ama ilk sigaramı İmroz'da içmiştim annemin elinden. "Nasılsa deneyeceksin yarın öbür gün" demişti. On yıl içtim bırakmadan önce.
Galatasaray Lisesi'nde girdiğim ÖSS'den çıkıp yine böyle kovalar dolusu ağladıktan sonra İmroz'a gitmiştik annemle. Öğle vakti olduğu için henüz boş olan mekanda bizi Yorgo karşılamış, "Pelin Batu'ya ne kadar benziyorsun, gel onun masasına otur" diyerek ağlamaktan şiş gözlerimi güldürmüştü. Bir küçük içmiştik annemle o gün. 
Hep en sevdiğim insanlarla gittim İmroz'a, laf olsun diye kimseyi sokmadım kapısından. Aşiyan'a dadanmamıştım daha o zamanlar ama Aşiyan gibi aldım kendi ruhuma sardım ruhunun bir yudumunu. 
Anasonlu, sarımsaklı nefesler alıp vererek konuşmakla kalmadım orada. İmroz'da aşkla bakmışımdır karşımdaki adama, bakışlarını bakışlarımla sevmişimdir. 
Sonra bir akşam yer ayırtmak için arayıp adımı verdiğimde "Nevizade'nin tezini yazan mı?" sorusuyla karşılaşmıştım da dünyalar benim olmuştu oracıkta. 
Sahi, sözlü tarih çalışması yapmak için İmroz'a giderken ne süslenmiştim o gün. "100 yaşında bir beyefendiyle randevum var" demiştim kuaföre. Abarttığımı düşünmüştür. İlk kadehi bitirene kadar elim ayağım titremişti. Ne tatlı anlatırdı halbuki. Ses kaydı kaldı yadigar, bir de tezim.
Bir de aklımdaki kaydı o tatlı iniş çıkışlı sesinin: "Nasıl olacak? Sen söyle güzel kızım, nasıl olacak?" 
Ah bir bilsem. 
Yarın, bugüne kadar içtiğim rakılar; annem, babam ve Hili'yle tokuşturduğum kadehler; yüzüne sevgiyle baktığım adamlar; biraz içince güzel söylediğimi sandığım şarkılar; tuvaleti bekleyen ablaya ayaküstü anlattığım dertler ve elime döktüğü kolonyayla birlikte uçup gidişleri; bir ülkeyi bir türlü bırakamayan bir adamın ömrüyle birlikte toprağın altına girecekler biraz. Sonra yine rakı içeceğiz. Ne yapalım?