16 Ekim 2014 Perşembe

Repeat

Disappointment feels like a deep dark well from time to time. You fall right into it. Terribly hurt yourself. Feels like -metaphor inside a metaphor if you permit- breaking every single bone you have in that mindless body of yours. But then again, it's all your- it's all my fault in the first place, isn't it? One never learns I guess. At least I never do. I let myself dream and end up in pitch black every time. Never really letting to hit rock bottom. That would be a dream killer, wouldn't it? What am I if I cease to dream? Do I dream the wrong dream? Are there right and wrong dreams? I bet society has something to say about this, like... yes. The hell with society. It's a simple loop. You dare to dream and you tumble about a disturbing, frustrating darkness. Particularly frustrating since you know it's not the last time you see it. Or not. You can't see darkness, technically. You sense it and this sounds even more frustrating. Are there really people who can dream the right dreams, having a huge tick mark on them and everything? I'm neither good with society nor with tick marks but this feeling gets a little suffocating sometimes. It gets so hard to breath that I want to sleep even harder so I can ignore, totally forget about the damn feeling. But there is no such sleep, no. Reality is a stalker. What is real anyway? What is it but our tristesse, despair and unfillable void that we strive to repress so feverishly? Never mind. It's in your job description. Dream on. Fall down. Hit the pitch black well ground. Soft enough to dream again, hard enough to hate it all for a while. And repeat. 

3 Ekim 2014 Cuma

Zamansal ve Mekansal Vakum

Otuz yaşıma geldim ve vardığım yaşta aklımı çıkaran yegâne şey zaman. Son birkaç yıldır, akışını izlemek başımı döndürüyordu. Çocukluklarında tanıdığım insanlar üreyip, kendileri gibi çocuklar üretmeye başlar oldular. Bir tencere satın almak için kırk hesap yaptığımı düşününce çocuk üretimi fikri dehşet verici. Aksi gibi otuz yaşındaki bir kadına fırlatılan en birinci beklenti de bu. Hadi şimdi sıra sende. Sırayı bozma. Yap şunu. Yap.

Çamaşır makinesi içinde dönen çamaşırları izleyen çocuklar gibiydim zamanı izlerken. Hayır, öylesi bir döngüsellik azamet gerektirir. Daha çok, şehirlerarası otobüste cam kenarı koltuğundan dışarıyı izleyen bir yolcu gibiydim. Her şey bir yol üzerinde görece duruyor ama otobüs öyle hızlı ki yol üstündekileri takip etmeye kalksam pin pon topu gibi sekip duracak kafam. Geçip gidiyorum ben de. Yorgunum zaten.

Neden sonra bu boşluklar, bu vakumlu alanlar belirip kaybolmaya başladı zihnimde. İsimleri, yerleri, sözleri falan filan anımsayamamaya başladım. Söz aklımda ama kimin dediği uçup gitmiş. Yüzünü çizebilirim ama ismi karanlık bir kuyunun dibini boylamış sanki. Çok güzel bir yerdi ama neresiydi? Belki de çok içiyorum. Beynim ayrı eve çıktı sonunda.

Sonra zaman algıma sıçradı bu serbest bölgeler. Bazen, unutuyorum. Hangi yıldayız, hangi mevsim, hangi ay, kaç yaşındayım? Yalnızca bir an sürüyor aslında ama hoşuma gidiyor bazen, el yordamıyla uzatıyorum biraz daha. Birkaç saniye daha hatırlamıyorum mesela. Yerçekimsiz alan gibi oluyor, ağırlıksız. Ürkütücü tabi, olmaz mı? Korku, özgürlüğe içkin değil mi? Yerçekimsiz alanda süzülüyorum saniyelerce ama belimden bir iple bağlıyım gerçekliğe. Ya o ip bir gün koparsa? Ya geri dönemezsem?

İki bin… Bin dokuz yüz… Mevsim? İnceden ürperdiğime göre yaz değil herhalde. Sevgilim var mı? Mutlu muyum? Bir işim var mı? Sonra dev bir kazan çorbaya dönüşüyor zaman. Gelmiş geçmiş gelecek tüm yıllar birbirine girmiş. Bir bakıyorsun 1300’le 3000 başlı kıçlı dönüyorlar dev kepçenin hareketiyle.

İş değil. Kim bilir, belki de yaşlandıkça işime geliyor bedeni ruhtan, zihni bedenden ayırma fikri. Nefes alıp verir gibi ölümü düşündüğüm bu yazın sonunda artık bir bedenden fazlası olmamız gerektiğine inanmaya çalışıyorum. Dine hiç savrulmadan, tinselliğe müstehzi mesafemi koruyarak ama bir çıkış arayışında. Beden gidecek. Beden kırılgan ve dehşet derecede sonlu. O gidince biz de gitmiş mi sayılacağız? Zaman ve mekanda yolculuk talep ediyorum ben. Özlediğim anlara sarılıp uyumak istiyorum. Geçenlerde izlediğim bir Amerikan filmindeki adamın vaat ettiğiyle de “yetinebilirim”.

Şimdilik. Aklımla oyunlar oynamakla yetiniyorum. Belimden bağlıyım şimdilik. Düşemiyorum.