Bu da beddua işte.
Berkin Elvan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Berkin Elvan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
28 Mart 2014 Cuma
13 Mart 2014 Perşembe
İki Çocuk
Bu akşam annemle Beşiktaş çarşıya indik. Artık Berkin Elvan
anıtı olan kartal heykeline gittik. Ekmekler, mumlar, resimler, çiçekler, gazete
küpürleri, yazılarla bezenmişti kartal. Gittik birkaç mum aldık. Mumları yakıp anıtın
önüne koyduk. Rüzgâr vardı, birkaç kere söndüler. Yine yaktık. Zaten gözüne
ilişen sönmüş mumları yakıyor herkes. Gidemedik hemen. Durduk biraz. Dua eder
gibi. Mıhlandık kaldık işte.
Anıta bakarken çocukluğum geldi aklıma. Uğur Mumcu’nun
öldürüldüğü sene, kırmızı karanfiller, meşaleli yürüyüşler, üzgün insanlar...
Bir anma töreni sırasında halkla röportaj yapan bir televizyon kanalının
uzattığı mikrofona yaptığım “10 yaşındayım ama bunu kimlerin yaptığını biliyorum…”
diye başlayan şok açıklamam ve görsel basında yediğim ilk sansür. Ama her
şeyden çok, hatta kırmızı karanfillerden bile çok, evimize çöken o ağır keder
unutulur gibi değil. Kederin elle tutulacak gözle görülecek kadar somutlaşabildiğine
ilk kez tanık olmuştum. Evimizdeki hava ağırlaşıp çökmüş, biz de onunla beraber
çökmüştük sanki. Öfkeli ama çaresiz bir suskunluk hâkimdi.
Anıtın önüne bırakılmış kırmızı karanfillere bakarken o
yılları düşünüyordum. Bugün Uğur Mumcu’yu değil 14 yaşında bir çocuğu anıyorduk
kendi meşrebimizce. Yanımızda duran adamlardan birinin uyarısıyla irkildim. “Hanımefendi,
şu kıza bir şey deyin söndürecek şimdi mumları”. Az ötemizde anıtın dibindeki
mumlarla oynayan kız çocuğunu işaret etti eliyle. Kız oturmuş mumlarla
oynuyordu sahiden ama söndürdüğü filan yoktu.
Yanına gittim. “Dikkat et, elini yakma” dedim. Adam ne
yapmamı bekliyordu bilmiyorum. Bir çakmak hareketiyle yeniden yakılabilecek bir
mum için ufacık bir çocuğu azarlamamı beklemiyordu herhalde.
Kız altı-yedi yaşlarındaydı. Yüzü, elleri kavruk, kirli; gözleri
ela ve bakışları tertemizdi. Kâğıt toplayıcılığıyla geçinen annesi kendi kadar olan
arabasını kâğıtla doldurmuş, anıtın diğer tarafında başka bir kâğıt toplayıcı
kadınla laflıyordu.
Kim bilir belki kız da onu azarlamamı beklemişti. Gülümsediğimi
görünce bu endişesi hemen geçti.
- - Burada ne olmuş?
- -Burada bir şey olmadı. Başka yerde oldu, biz
burada onu anıyoruz.
Neydi ki anmak? Hiçbir şey anlamadı haklı olarak. Sorularına
doğru cevap vermek istiyordum ama bunu nasıl yapacağımı bilmiyordum. Köşeye
sıkışmıştım. Merak ediyordu. Belli ki burada bir şey olmuştu, öğrenmek
istiyordu. Küçük bir çocuğun yüreğinde yara açmadan nasıl anlatılır koca koca
adamların küçük çocukları öldürdükleri… Bilmiyorum ki.
- - Bak bu çocuğu görüyor musun? Onun adı Berkin. 14
yaşındaydı. Yazın vuruldu. Şimdiye kadar hasta yattı bu yüzden. İki gün önce de
öldü.
- - Neden vuruldu, ne yapmış?
- - Hiç. Evinden çıkmış ekmek almak için.
Yanlışlıkla vurulmuş. Bak bu ekmekler o yüzden burada. O alamamış, biz
getirdik.
Heykelin üzerinde Berkin’in, annesinin ve Erdoğan’ın
fotoğrafları asılıydı. Bana gösterebilmek için ayağa kalktı, ağlayan kadın
fotoğrafını işaret etti.
- - Bu kim?
- - Berkin’in annesi. Çocuğu öldüğü için üzgün,
ağlıyor.
- - Annesi çıksaymış ekmek almak için… (Annenin fotoğrafına baktı tekrar, kendi annesini düşündü belli ki, kıyamadı) O zaman da o
mu vurulacakmış?
- - Evet. Yalnız o değil ki. Bir sürü çocuk öldü.
Hep vuruldular.
- - Kim vurdu?
- - Polis.
- - Neden vurdu?
Erdoğan’ın kollarını kavuşturmuş siyah beyaz fotoğrafını
gösterdim.
- - Bu adam emir vermiş vurmaları için. Kendisi öyle
dedi.
- - Neden?
Birkaç saniye cevap veremedim. Ne diyeceğimi bilemedim.
Neden? Bir insan neden bunu yapar? Bir insan bunu nasıl yapar?
- - Bizi sevmiyor çünkü.
Koşup annesinin yanına gitti. Kadının yanıma gelip beni
azarlayacağından emindim. Neler anlatıyordum çocuğuna? Sahiden, küçücük bir
kıza neler anlatıyordum ben? Gelmedi, gelip de kızmadı kadın. Küçük kız koşa
koşa gözden kaybolunca annemin yanına döndüm ben de. Bir iki dakika sonra
yanında kendinden birkaç yaş büyük bir kızla çıkageldi. Az önce durduğumuz
yerde durdu, kendi durduğu yere kızı koydu, parmağıyla heykelin üzerindeki
fotoğrafları bir bir göstererek yeni edindiği bilgiyi heyecanla aktarmaya başladı.
Doğru yapmadım belki de. Daha fazla çocuk psikolojisi
okumalıydım, okuduklarımı hatırlamalıydım en azından. Ölümden bahsetmem
yetmiyormuş gibi öldürmekten, vurulmaktan bahsettim el kadar çocuğa. Bir adam
emir veriyor, polisler de vuruyor dedim. Ekmek almaya çıkan bir çocuğu da
vurdular dedim. Hiçbiri yalan değildi. Fark etmeden takındığım masalcı abla ses
tonu bu kısa ve öz hikâyeyi yumuşatmaya ne kadar yetti bilmiyorum. Ne
anladığını da bilmemin imkânı yok. Kim bilir belki de ölümü idrak edemediğinden -yani vurulmak, ölmekten daha somut ve anlaşılırdı- dehşete veya korkuya kapılmadı.
Aslında hiç beklemediğim kadar sade bir olgunlukla karşıladı anlattıklarımı.
Üzüldü yalnız. Ela gözlerinde üzüntü gördüm sadece. Anlattığım diğer şeyleri bir
kenara iterek, evinden ekmek almak için çıkan bir çocuğun vurularak ölmesine üzüldü
yalnız. Bugün bir sürü insanın yapamadığını yaptı yani.
Toprağa konulurken yalnız on altı kilo çeken on beş yaşında bir
çocukla, hiç tanımadığı bu çocuğun ölmesine üzülen altı yaşında bir kız çocuğu
ne çok şey yapabiliyor.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)