Berkin Elvan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Berkin Elvan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Mart 2014 Perşembe

İki Çocuk

Bu akşam annemle Beşiktaş çarşıya indik. Artık Berkin Elvan anıtı olan kartal heykeline gittik. Ekmekler, mumlar, resimler, çiçekler, gazete küpürleri, yazılarla bezenmişti kartal. Gittik birkaç mum aldık. Mumları yakıp anıtın önüne koyduk. Rüzgâr vardı, birkaç kere söndüler. Yine yaktık. Zaten gözüne ilişen sönmüş mumları yakıyor herkes. Gidemedik hemen. Durduk biraz. Dua eder gibi. Mıhlandık kaldık işte.

Anıta bakarken çocukluğum geldi aklıma. Uğur Mumcu’nun öldürüldüğü sene, kırmızı karanfiller, meşaleli yürüyüşler, üzgün insanlar... Bir anma töreni sırasında halkla röportaj yapan bir televizyon kanalının uzattığı mikrofona yaptığım “10 yaşındayım ama bunu kimlerin yaptığını biliyorum…” diye başlayan şok açıklamam ve görsel basında yediğim ilk sansür. Ama her şeyden çok, hatta kırmızı karanfillerden bile çok, evimize çöken o ağır keder unutulur gibi değil. Kederin elle tutulacak gözle görülecek kadar somutlaşabildiğine ilk kez tanık olmuştum. Evimizdeki hava ağırlaşıp çökmüş, biz de onunla beraber çökmüştük sanki. Öfkeli ama çaresiz bir suskunluk hâkimdi.

Anıtın önüne bırakılmış kırmızı karanfillere bakarken o yılları düşünüyordum. Bugün Uğur Mumcu’yu değil 14 yaşında bir çocuğu anıyorduk kendi meşrebimizce. Yanımızda duran adamlardan birinin uyarısıyla irkildim. “Hanımefendi, şu kıza bir şey deyin söndürecek şimdi mumları”. Az ötemizde anıtın dibindeki mumlarla oynayan kız çocuğunu işaret etti eliyle. Kız oturmuş mumlarla oynuyordu sahiden ama söndürdüğü filan yoktu.


Yanına gittim. “Dikkat et, elini yakma” dedim. Adam ne yapmamı bekliyordu bilmiyorum. Bir çakmak hareketiyle yeniden yakılabilecek bir mum için ufacık bir çocuğu azarlamamı beklemiyordu herhalde.

Kız altı-yedi yaşlarındaydı. Yüzü, elleri kavruk, kirli; gözleri ela ve bakışları tertemizdi. Kâğıt toplayıcılığıyla geçinen annesi kendi kadar olan arabasını kâğıtla doldurmuş, anıtın diğer tarafında başka bir kâğıt toplayıcı kadınla laflıyordu.

Kim bilir belki kız da onu azarlamamı beklemişti. Gülümsediğimi görünce bu endişesi hemen geçti.

-        - Burada ne olmuş?

-         -Burada bir şey olmadı. Başka yerde oldu, biz burada onu anıyoruz.

Neydi ki anmak? Hiçbir şey anlamadı haklı olarak. Sorularına doğru cevap vermek istiyordum ama bunu nasıl yapacağımı bilmiyordum. Köşeye sıkışmıştım. Merak ediyordu. Belli ki burada bir şey olmuştu, öğrenmek istiyordu. Küçük bir çocuğun yüreğinde yara açmadan nasıl anlatılır koca koca adamların küçük çocukları öldürdükleri… Bilmiyorum ki.

-         - Bak bu çocuğu görüyor musun? Onun adı Berkin. 14 yaşındaydı. Yazın vuruldu. Şimdiye kadar hasta yattı bu yüzden. İki gün önce de öldü.

-         - Neden vuruldu, ne yapmış?

-         - Hiç. Evinden çıkmış ekmek almak için. Yanlışlıkla vurulmuş. Bak bu ekmekler o yüzden burada. O alamamış, biz getirdik.

Heykelin üzerinde Berkin’in, annesinin ve Erdoğan’ın fotoğrafları asılıydı. Bana gösterebilmek için ayağa kalktı, ağlayan kadın fotoğrafını işaret etti.

-         - Bu kim?

-         - Berkin’in annesi. Çocuğu öldüğü için üzgün, ağlıyor.

-         - Annesi çıksaymış ekmek almak için… (Annenin fotoğrafına baktı tekrar, kendi annesini düşündü belli ki, kıyamadı) O zaman da o mu vurulacakmış?

-         - Evet. Yalnız o değil ki. Bir sürü çocuk öldü. Hep vuruldular.

-         - Kim vurdu?

-         - Polis.

-         - Neden vurdu?

Erdoğan’ın kollarını kavuşturmuş siyah beyaz fotoğrafını gösterdim.

-         - Bu adam emir vermiş vurmaları için. Kendisi öyle dedi.

-         - Neden?

Birkaç saniye cevap veremedim. Ne diyeceğimi bilemedim. Neden? Bir insan neden bunu yapar? Bir insan bunu nasıl yapar?

-         - Bizi sevmiyor çünkü.

Koşup annesinin yanına gitti. Kadının yanıma gelip beni azarlayacağından emindim. Neler anlatıyordum çocuğuna? Sahiden, küçücük bir kıza neler anlatıyordum ben? Gelmedi, gelip de kızmadı kadın. Küçük kız koşa koşa gözden kaybolunca annemin yanına döndüm ben de. Bir iki dakika sonra yanında kendinden birkaç yaş büyük bir kızla çıkageldi. Az önce durduğumuz yerde durdu, kendi durduğu yere kızı koydu, parmağıyla heykelin üzerindeki fotoğrafları bir bir göstererek yeni edindiği bilgiyi heyecanla aktarmaya başladı.

Doğru yapmadım belki de. Daha fazla çocuk psikolojisi okumalıydım, okuduklarımı hatırlamalıydım en azından. Ölümden bahsetmem yetmiyormuş gibi öldürmekten, vurulmaktan bahsettim el kadar çocuğa. Bir adam emir veriyor, polisler de vuruyor dedim. Ekmek almaya çıkan bir çocuğu da vurdular dedim. Hiçbiri yalan değildi. Fark etmeden takındığım masalcı abla ses tonu bu kısa ve öz hikâyeyi yumuşatmaya ne kadar yetti bilmiyorum. Ne anladığını da bilmemin imkânı yok. Kim bilir belki de ölümü idrak edemediğinden -yani vurulmak, ölmekten daha somut ve anlaşılırdı- dehşete veya korkuya kapılmadı. Aslında hiç beklemediğim kadar sade bir olgunlukla karşıladı anlattıklarımı. Üzüldü yalnız. Ela gözlerinde üzüntü gördüm sadece. Anlattığım diğer şeyleri bir kenara iterek, evinden ekmek almak için çıkan bir çocuğun vurularak ölmesine üzüldü yalnız. Bugün bir sürü insanın yapamadığını yaptı yani.

Toprağa konulurken yalnız on altı kilo çeken on beş yaşında bir çocukla, hiç tanımadığı bu çocuğun ölmesine üzülen altı yaşında bir kız çocuğu ne çok şey yapabiliyor.