15 Ekim 2012 Pazartesi

Reckoning

Bugün yine kulağımda kulaklıklarla çalışırken radyoda bir şarkı duydum. Bu şarkıyı.





3 Ekim 2012 Çarşamba

Öyle Bir Yaparım Ütü Ki

Evvelce yadırgadığım her şeye bir bir dönüşüyorum. İçten içe burun kıvırdığım, hatta kim bilir kimliğimi yokluğu üzerinden kurguladığım her şeye...bir bir. Bir yandan mevcut yerli diziler içinde en ağlak olan diziyi izleyip bir yandan da burnumu çekerek ütü yaparken anladım bunu. Kimi sahnelerde yakayazdım acemice ütülemeye çalıştığım pantolonu. O zaman kızgın ütüyü oynak ütü masasına bir güzel dikip gönlümce izin verdim gözlerimin dolmasına. Ağlak sahne geçince ütüye devam ettim. Kimi sahnelerde sandalyeye çökme ihtiyacı bile duydum ama dizi bitmeden ütüyü bitirdim. Bu sabah işe gitmeden yıkamak için 7:00'de kalkıp yıkayarak astığım çamaşırlardı ütülediğim. Ev kadınları için küçük, benim için büyük bir başarı, bir azim hikayesi. 
Evvelce yakınından bile geçmediğim bazı şeyler şimdi hiç o kadar uzak gelmiyor. Yadırgamalıyım bu durumu, biliyorum, ama yadırgamak zorunda hissetmemi yadırgamakla kalıyorum. Bu ben değilim, değildim düne kadar. Dizi izlerken ütü yapan, ütü yaparken ağlayan, sonra ütü yapmaya devam eden. O kadar da değil, o kadarla kalsa... Ah eski sevgililerimin ahı tuttu biliyorum, ah. Aşk resmi geçitimi fütursuzca paylaşırdım ben, neden paylaşmayayım. Hem dinlemeyi, hem anlatmayı severdim. Senden önce kimi sevdim, benden önce kime aşık oldun, anlat da bilelim da... Safi hikayeydi benim için. Karakterlerinden birini tanıdığım için aklımda kolayca canlandırabildiğim, kimi zaman dramatik, kimi zaman komik veya heyecanlı ama can kulağıyla dinlediğim hikayelerdi. Küçük bir kızın masal dinlemesinden farkı yoktu kulak kabartmamın. Ne zararı olabilir ki? Bir insanı o insan yapan insanları, hikayeleri öğrenmekten ne zarar gelebilir ki? Hiç anlamadım bunu. O yüzden hep anlattım. Daha iyi anlamak ve biraz daha anlaşılabilmek için. Karşımdakini incitebileceğini hiç akıl etmedim. Oysa sevgilimi, arkadaşının kız mevzunu dinleyen bir arkadaş gibi dinlediğim de oldu benim ve hiç gocunmadım bundan. Ya sevmeyi tanımlara sığdıramadım, ya da doğru dürüst sevmedim kim bilir.

Sonra bir gün çok basit bir hikaye dinlerken içim cız etti. Önce anlamadım çünkü tanıdık bir cız değildi. Kendime konduramadım, yediremedim ne yalan söyleyeyim. Ne yalan söyleyeyim? Yok, söylemeyeyim. Daha o kadar dönüşmedim. Cız etti işte içim, ne bileyim. Neden öyle oldu bilmiyorum. Olmaması lazım, saçma. Belki son sefer tüm iyi niyetimle anlattığım hikayeler dönüp beni vurduğu içindir. Belki baştan öyle dediğim, öyle anlaştığımız için: Ne anlatmak, ne de dinlemek istiyorum. Bir de geçmişe sor bakalım, kapattığın sandıkta kalmaya razı mı?

Dün doğmadık hiçbirimiz, bunu kim inkar edebilir? Sevdik sevdalandık, aldattık aldatıldık, kaçtık kovalandık, kovaladık tutamadık, en nihayet kaçmadık yakalandık... ee kaçın kurasıydık. Öyleyse bu cız ne, hiç yakışıyor mu bana. M.'a söylesem inanmaz. "Ayşec. bana çapkınlıklarımı tekrar tekrar anlattırıp keyifle dinleyen sen, senden önce aşık olduğum kadını anlattırıp ağlayınca da göğsünde uyutan da sen..." Evet, ben. Kimi zaman sevgisi şefkatine, sevgililiği dostluğuna yenilen ben. 

Dünyanın en basit şeyi anlamakta zorlandığım: İnsan değişir. Değişiyorum. Bir yandan isyan, inkar ve reddediyorum; bir yandan bu yeni beni de bir kapıdan içeri buyur eder gibi kucaklıyorum. Şurası aşikar ki bocalıyorum. Değişip dönüştükçe tanıyıp sevmem, uzlaşıp barışmam gereken yeni bir benle karşılaşıyorum.