17 Eylül 2013 Salı

Onlar Gözlerinin İçi Gülenlerin Düşmanıdır Sevgilim

Ne zamandır yazacağım, yazamıyorum. Malum, vatanımız cinnet. Direniş veya savaş dışında bir şey hakkında yazma ihtimalim insanlığımı sızlatıyor. Okumakla yetiniyor, kalemi kenara koyuyorum ben de. 

Fakat Eylül çözer beni, satırlarıma ayırır. 

Takip ettiğim blogların birinden cesaret aldım biraz da. "Öfke ile değil aşkla diren" diyor kadın. Güzel diyor. Neden sonra fark ediyorum, nicedir yazamayışımın öfkeden ve aşktan olduğunu. 

Haziran'dan bu yana içimizde yeşeren umut her cinayetle yerini biraz daha öfkeye bıraktı. Öfkelenmemek gerektiğine inanmıyorum. "Tadımız kaçmasın" diye sürekli dayak yiyen kadının sükunetiyle gelmedik mi bugünlere? Fiziksel şiddete evrilmedikçe öfke iyidir. 10 Eylül'den bu yana Taksim ve Kadıköy'de görülen provokasyon memurlarının yapmaya çalıştığı da bu kanımca. Barışçılığıyla fark yaratan bir direnişi kendi şiddetlerine bulayarak meşruiyetini yok etmek, kullandıkları gücün aslında orantılı olduğunu göstermek istiyorlar. Talimat verenlerin ve talimattan fazlasını uygulayanların her cinayeti içimizdeki öfkeyi yükseltiyor. Şiddete gelince... aklıma Sansaryan geliyor. Anamın babamın göğsüne tekme atan işkenceci karşıma geçse ne yaparım diye düşünürdüm. Gözlerinin içi gülen bir çocuğun ölüm haberini her alışımda içimde benzer hisler uyanıyor. 

Ben buraya, en başından beri, hissettiklerimi yazıyorum. Dosdoğru yazmaya, yazarken kendime yalan söylememeye çalışıyorum. Öyle ki bazen yazarken ortaya çıkıyor yalan söylediğim. Aslında kendimi okuyorum yazarken. Belki de bu yüzden yazıyorum. 

İçinde bulunduğumuz hal ve şerait ve dahi içinde bulunduğum halet-i ruhiye içinde hissettiklerimi dosdoğru yazmam mümkün değil. Öfkeliyim ve bu öfkeye direnecek kadar güçlü değilim. 

Bir de aşk var. Can Yücel "benim halim memleketin hali" der ve kabızlığını anlatır Vaziyet-i Umumi şiirinde. Benim halim ise tam tersi. Olsa olsa Haziran başındaki hali olur memleketin. Umut var zira. Nisan'da açan fındık yaprakları gibi içim. Anlatması zor. Anlatmayı, yazmayı becerememekten korktuğum için de yazmıyordum. Oysa beklemeyi, ayrılığı, acıyı sayfalarca anlattım ben. Çok sevdim, yine anlattım. Ne hissettiysem dosdoğru yazdım. En son da yılan hikayemi anlattım. Her hikayenin bir sonu varmış. Yılan hikayelerinin bile. Hikayesi biten bir kadın kahraman gibiydim: Şimdi ne olacak? Yalnız bir hikaye içinde hayat bulan bir kadın kahraman gibi yersiz yurtsuz kaldım. Son sayfadan sonra ne olur, Leylâ ne yapar? Hiç ummadığım, aklımın ucundan bile geçmeyen bir şey yaptım. Aşık oldum. Gözlerimin içi gülmekle kalmıyor, parlak yıldızlar ışıldıyor şimdi gözlerimin içinde. Aşkla direnmenin ne demek olduğunu daha iyi anlıyorum şimdi. 


2 yorum:

  1. sevgili Leyla,
    ah leyla! ne güzel yazıyorsun!
    "Hikayesi biten bir kadın kahraman gibiydim: Şimdi ne olacak? Yalnız bir hikaye içinde hayat bulan bir kadın kahraman gibi yersiz yurtsuz kaldım."
    biraz da yersiz yurtsuz kalmamak için vazgeçemiyoruz bazı hikayelerden, o hikaye olmazsa nasıl yaşayabileceğimizi bilemediğimiz için...
    heyhat! hayat yolunu buluyor, biz bulamasak da...
    ve aşk! ne güzeldir! çok mutlu oldum senin adına.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sevgili Ezgi,
      Çok teşekkür ederim mutluluğumu paylaştığın için.
      Haklısın, kahramanı olduğu hikayeye bazen bağımlı hale geliyor insan. Dışında ve ötesinde bir varlığı yokmuş, olamazmış gibi. Bundan fazlası olabileceğini aklına bile getiremiyor bazen.
      Ama dediğin gibi, hayat... Her şey geçiyor, o kalıyor ve sen ne halt edeceğini bilemesen de o burnunun dikine gidip bildiğini okuyor.
      Kadere değil de şansa, rastlantısallığa inanırım... bu ara ise çok şanslı bir kadın olduğuma inanıyorum:)

      Sil