18 Mart 2014 Salı

Seçim Yasağı

             "Yavaş yavaş delirdim, kimse fark etmedi." (İpek Ertürk, Avukat, 2006)
                 "Çok acı var, dayanamıyorum." (Dicle Koğacıoğlu, Akademisyen, 2009) 

Birkaç gün önce hiddetimin muhatabı olmayan iki kişiyi esir alıp sinir krizi geçirdikten sonra bıraktım. Tape okumayı/ses kaydı dinlemeyi, günümün yarısını Twitter'da gördüğüm yazıları okuyarak geçirmeyi, hatta Facebook'a bakmayı (kim bilir kaç düğün nişan tebriği oldu bu yüzden atladığım), hatta gazete okumayı, gazetem Birgün'ü bile okumayı bıraktım. Televizyonu açmayı hepten bıraktım. Seçimle ilgili ne bir muhabbet dinlemek, ne de muhabbet etmek istiyorum. "Muhabbet" köken itibarıyla sıcak, güzel bir kelime zaten; bunca pisliğe ilişkin yapılan konuşmalara muhabbet demek etimolojiye hakaret sayılır.

Velhasılı kelam, bununla pek gurur duymamakla birlikte seçim yasağı koydum kendime. Aksi takdirde aklımı kaçıracağıma ve buna değmeyeceğine kanaat getirdim. Gündemi kaçırdığım için üzgünüm ama aklımı kaçırmadığım için de memnunum.

Ağzını her açtığında zehir saçıyor sanki. Salya değil pislik saçıyor, hem de öyle yalnız çamur falan değil. Yalnız dinlemekle, hatta okumakla bile kirlendiğimi, yavaş yavaş zehirlendiğimi hissediyorum. Dayanamıyorum. Dayanamadım. 

Nasıl olsa üzerinde serinkanlı analizler yapabileceğimiz rasyonel bir düzlem falan kalmadı. Kalmışsa da kendimi hiç aklıselim sahibi hissetmiyorum. Hissetmiyordum. Üç günde biraz olsun temizlendim, kendime geliyorum. İktidar zehirlenmesi deniyor. Doğrudur, katılıyorum. İktidar zaten zehirli bir şey de bu kadar kendinden geçeni görmemiştik. Aklına fikrine güvendiğim insanlar da "daha önce bu kadarını" görmediklerini söylüyor. Tarihe tanıklık ettiğim için sevineceğim neredeyse. Şaka maka kuşaklar sosyolojisi aklıma gelmiyor değil. Bizim kuşağın belleğindeki birleştirici unsur da bu oldu, iyi mi? Bundan 20 yıl sonra, bugün oluşturduğumuz dili kullanarak konuşsak çocuklar bir halt anlamazlar, anlamayacaklar. "Anlayamazsınız" desek, onu da anlamayacaklar. 

Esasen bir 'tek adamın' saltanatını oylayacağımız gayrimeşru yerel seçimimize 12 gün kaldı. Biliyorum, erken pes ettim. Canım da pek tatlıymış zahir, sinirlerim de pek narin. Elbette kızıyorum kendime, ne olup ne bittiğini deli gibi merak ediyorum ama bu siyaset değil artık, safi pislik. Kendi kaderini ülkenin kaderiyle özdeşleştirmiş hazret. Siyasetin tansiyonunu yükseltiyorum diye yükselttiği de benim tansiyonum ama. Onu ne yapacağız?

Gündemi takip etmeyi bırakma şeklindeki pasif aklıma-mukayyet-olma tekniğine ek olarak bir de aktif aklıma-mukayyet-olma tekniği buldum: Paris'te kalacak yer bakıyorum. Fotoğraflara bakarken biraz olsun huzur buluyorum. Sonra yine kahroluyorum. Memleketini, kentini bu kadar seven ben ne hale geldim böyle? Münferit bir vaka da değilim üstelik. Kimle konuşsam bazen şakayla karışık, çoğu zaman ciddiyetle ülkeden gitmeyi hayal ediyor. Gitsem ne yer ne içerim, nasıl geçinirim bilmiyorum ama kaçmış gibi hissedeceğimden şüphem yok. Kalıp da ne yapıyoruz, ne yapacağız? İşte bu yanım karamsarlığa teslim, diğer yanım umutlu. 

Ben bilmiyorum artık. Gitmek istiyorum sadece. Valla çok kalmam, dönerim hemen. Bi tanecik hayat bu da. Ulan insan Cumartesi akşamı arkadaşlarıyla dışarı çıkarken "ne olur ne olmaz" diye gaz maskesi, havuz gözlüğü alır mı yanına? "Ne olur ne olmaz, polis kovalarsa" diye rahat koşabileceği ayakkabı giymeyi tercih eder mi? Lan beni niye her gece rüyamda polis kovalıyor? Geçen gece rüyamda oy kullandım lan, oy! 

Ama şu üç günün sonunda nihayet bugün yarım saat kestirmek için uzandığımda okuluma gittim. Yemekhanenin kütüphane tarafından fakülte yoluna çıkarken bir ağacın dibinde kocaman beyaz yumurtalar gördüm. Devekuşu yumurtası kadar büyük neredeyse, birkaç tane dağınık vaziyette duruyor öylece. Eğildim, hatta galiba hemen yanındaki basamaklara oturdum. Bir tanesi çatladı, kırıldı, açıldı ve büyükçe bir güvercin havalandı içinden. Kanatlarındaki pembe, yeşil, mavi parıltıları bile seçtim o kanatlarını çırparken. Tam o sırada tanımadığım, gözlüklü, asık yüzlü genç bir çocuk geldi arkamdan "ne oldu?" dedi. Ona "çok güzeldi" derken gözlerim doldu. Beni aldı evine götürdü, kanepeye yatırdı, uyudum. Sonra da kendi kanepemde uyandım işte. 





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder