Ne hafta sonuydu...
Cuma gecesi Oy ve Ötesi'nin eğitim materyallerini izleyip kanun ve genelge okumakla geçti. Cumartesi sabahı birkaç saatlik uykuyla kalkıp çıktı aldım, karbon kağıt aldım, yiyecek, su, el feneri... Öğle saatlerinde kuaförde saçım yapılırken kanun okumaya devam ediyordum. Öğleden sonra arkadaşımın düğününde hazırdım. Planların aksine gece uzayınca ertesi sabah sekiz buçukta gözlerimizi açabildik. Alarmları duymamışız. Yine birkaç saatlik uykuyla motora atlayıp görevli olduğumuz Bahçelievler'e gittik. Akşam sekiz gibi ayrıldık okuldan. Beşiktaş'a geldik. Eve girdik. Televizyon açıktı. Gözlerime inanamadım. Aslında hala inanamıyorum. Seçim sonuçlarını birkaç saat televizyondan ve Twitter'dan takip ettikten sonra çarşıya geçtik. Uykusuzdum, yorgundum. Hepsi bir rüya gibi geliyordu. Bizim pub'a gittiğimizde kutlamalar başlamıştı. HDP'ye oy vermiş vermemiş herkesin yüzü gülüyordu. Birbirimize sarıldık hep. Durup durup sarıldık. Öyle katıksız bir mutluluğu en son Gezi'de duymuştum. Tek ömrümüz bu adamlara denk geldi diye üzülüyoruz ama iki müthiş Haziran da görmüş olduk sayelerinde.
Dün gece içtim. Gönlümce içtim. Halaylar çekildi; devrim şarkıları, Kürtçe şarkılar çalındı, kadehler kaldırıldı ama o adamın ismini ağzımıza almadık. Adını anmadan, neşeyle içtik. Orada bulunan herkes önümüzdeki günlerin zor geçeceğini bilincindeydi ama aynı şeyi söylüyorduk: Bırakalım da bu gece yalnızca mutlu olalım be. Mutluluk gerçekten de paylaşınca çoğalan bir şey.
Sekiz haziran gecesi saat on ikiye yaklaşırken hala sersem gibiyim. Yalnızca akşamdan kalmalık değil beni sersem eden. İnanama ve korku ve düş kırıklığı. Dünkü mutluluğuma gölge etmesine izin vermediğim şeyler. İnanamıyorum. Bir gün bunların da devrinin sona ereceğini biliyordum ama kara bir bulut gibi öyle çökmüşlerdi ki sanki hiç gitmeyecekler gibi geliyordu. Korkuyorum çünkü kolay olmayacak. Bir "kaos" lafıdır gidiyor. Herkes siyaset uzmanı kesildi, koalisyonun fenalıkları sayılıp dökülüyor. Şimdi neredeyse bunu istercesine kaos çığırtkanlığı yapanlar zaten nasıl bir delilik içinde yaşamakta olduğumuzun bilincinde mi değil? Kaos diyenler, Taksim'de kutladığımız o ilk bir mayısı anımsatıyor bana. Polissiz, sorunsuz, bayram havasında bir bayram. Gezi'de daha iyi gördüm ki polis çıkarmadığı müddetçe sorun yok. Kaos da böyle olacak. Kendileri çıkartıp "bakın" diyecekler. Benim de suç dosyam o kadar kabarık olsa ben de korkardım. Ama korkularından bütün bir ülkeyi ateşe atmaktan imtina etmeyecekler. Halbuki çok büyük bir fırsat var karşımızda. Köklü antagonizmalar köstek olmasa her şey pekala çok güzel olabilir. Düş kırıklığım ise çevremdeki (aslında Facebook'taki) birkaç tanıdığın söylemlerinden kaynaklı. Benim yakın çevremde azınlık olmalarına karşın dışarıda çok olduklarını biliyorum.
Ama biz de az değilmişiz. Artık onu da biliyorum. Ben mecliste ilk defa ne zaman temsil edildiğimi hissettim biliyor musun? "Filibuster" sırasında. Torba yasanın oylanıp madde madde geçirildiği gece meclis tv'de, kürsünün önüne oturup eylem yapan, "her yer Taksim her yer direniş", "jin jiyan azadi" ve benzeri sloganlar atan HDP'li milletvekillerini gördüğüm zaman. Orada olsam yapmak isteyeceğim şeyi yapan insanların orada olup bunu yapması... "Temsil"in en basit tanımı olsa gerek. Emanet oy kavramını pek anlamıyorum. Oy veriyorsan aklına yatmış demektir. Bu emanet değil siyaset. Beğenirsen gene oy verirsin, beğenmezsen geri alırsın. Neredeyse otuz yaşındayım ve ilk defa beni temsil ettiğini düşündüğüm bir partiye oy verdim. Körü körüne değil, eleştirel mesafemi koruyarak. Korumaya da devam edeceğim.
Sandık müşahitliği başlı başına bir deneyimdi. Seçmenleri ayrı gözlemliyorsun, parti temsilcilerini ayrı. Seçme ve seçilme hakkı kazanmış kadınlarımız seçmeme hakkını kaybetmiş maalesef. Çoğu "başlarındaki" erkek tarafından zorla sürüklenmişti sandığa. Neyi nereye basacağını, neyi neye koyacağını, sonra onu nereye atacağını dakikalarca çözemeyen kadınlar gördüm. Onları terörize eden erkekleri saymıyorum.
Aslında seçmenden çok parti temsilcileri arasındaki iletişim beni şaşırttı. Sınıftaki tek müşahit ve tek kadın bendim. Sınıfa ilk girdiğimde bir gerginlik oldu. Sonra alıştılar. Muhabbet ettik. 80'den beri her seçimde görev aldığını gururla tekrar eden 60'larındaki Hilmi Abi vardı. Tarih öğretmeni sandık başkanı ve AKP, CHP, MHP ve HDP'li kurul üyeleri. AKP'liyle CHP'li kimlik doğrulama işini üstlenmişlerdi, araları iyiydi. Hilmi Abi pusula ve zarfı veriyordu. MHP'li ve HDP'li çocuklar da ona yardım ediyorlardı. İçimizdeki en gergin insan HDP'li çocuktu. MHP'li çocuğun gözlerinin içi gülüyordu. Erzurumluymuş. Beni bütün gün en çok etkileyen şey ikisinin diyaloğu oldu. "Ben Erzurumluyum. Bizimkiler sizinkileri yaktı ama ben bunu kınıyorum. Kimse ölmemeli" dedi. Üçümüz, ne olursa olsun kimsenin ölmemesi gerektiği konusunda mutabıktık. Mutabık olabiliyorduk. Yan yana durup, konuşup yaşayabiliyorduk. Evet şaşıra şaşıra buna şaşırdım. Çünkü en çok bunu unutturmaya uğraştılar. Halbuki bir arada pekala var olabiliyoruz. Yeter ki bize dokunmasınlar. Tek bir şikayet, tek bir itiraz olmadı sandıkta. Her şey usulüne uygun yapıldı. Kimse kayırılmadı, kimse yerilmedi. İsteyince nasıl da başarabiliyormuşuz...
İşte böyle bir hafta sonuydu.
Cuma gecesi Oy ve Ötesi'nin eğitim materyallerini izleyip kanun ve genelge okumakla geçti. Cumartesi sabahı birkaç saatlik uykuyla kalkıp çıktı aldım, karbon kağıt aldım, yiyecek, su, el feneri... Öğle saatlerinde kuaförde saçım yapılırken kanun okumaya devam ediyordum. Öğleden sonra arkadaşımın düğününde hazırdım. Planların aksine gece uzayınca ertesi sabah sekiz buçukta gözlerimizi açabildik. Alarmları duymamışız. Yine birkaç saatlik uykuyla motora atlayıp görevli olduğumuz Bahçelievler'e gittik. Akşam sekiz gibi ayrıldık okuldan. Beşiktaş'a geldik. Eve girdik. Televizyon açıktı. Gözlerime inanamadım. Aslında hala inanamıyorum. Seçim sonuçlarını birkaç saat televizyondan ve Twitter'dan takip ettikten sonra çarşıya geçtik. Uykusuzdum, yorgundum. Hepsi bir rüya gibi geliyordu. Bizim pub'a gittiğimizde kutlamalar başlamıştı. HDP'ye oy vermiş vermemiş herkesin yüzü gülüyordu. Birbirimize sarıldık hep. Durup durup sarıldık. Öyle katıksız bir mutluluğu en son Gezi'de duymuştum. Tek ömrümüz bu adamlara denk geldi diye üzülüyoruz ama iki müthiş Haziran da görmüş olduk sayelerinde.
Dün gece içtim. Gönlümce içtim. Halaylar çekildi; devrim şarkıları, Kürtçe şarkılar çalındı, kadehler kaldırıldı ama o adamın ismini ağzımıza almadık. Adını anmadan, neşeyle içtik. Orada bulunan herkes önümüzdeki günlerin zor geçeceğini bilincindeydi ama aynı şeyi söylüyorduk: Bırakalım da bu gece yalnızca mutlu olalım be. Mutluluk gerçekten de paylaşınca çoğalan bir şey.
Sekiz haziran gecesi saat on ikiye yaklaşırken hala sersem gibiyim. Yalnızca akşamdan kalmalık değil beni sersem eden. İnanama ve korku ve düş kırıklığı. Dünkü mutluluğuma gölge etmesine izin vermediğim şeyler. İnanamıyorum. Bir gün bunların da devrinin sona ereceğini biliyordum ama kara bir bulut gibi öyle çökmüşlerdi ki sanki hiç gitmeyecekler gibi geliyordu. Korkuyorum çünkü kolay olmayacak. Bir "kaos" lafıdır gidiyor. Herkes siyaset uzmanı kesildi, koalisyonun fenalıkları sayılıp dökülüyor. Şimdi neredeyse bunu istercesine kaos çığırtkanlığı yapanlar zaten nasıl bir delilik içinde yaşamakta olduğumuzun bilincinde mi değil? Kaos diyenler, Taksim'de kutladığımız o ilk bir mayısı anımsatıyor bana. Polissiz, sorunsuz, bayram havasında bir bayram. Gezi'de daha iyi gördüm ki polis çıkarmadığı müddetçe sorun yok. Kaos da böyle olacak. Kendileri çıkartıp "bakın" diyecekler. Benim de suç dosyam o kadar kabarık olsa ben de korkardım. Ama korkularından bütün bir ülkeyi ateşe atmaktan imtina etmeyecekler. Halbuki çok büyük bir fırsat var karşımızda. Köklü antagonizmalar köstek olmasa her şey pekala çok güzel olabilir. Düş kırıklığım ise çevremdeki (aslında Facebook'taki) birkaç tanıdığın söylemlerinden kaynaklı. Benim yakın çevremde azınlık olmalarına karşın dışarıda çok olduklarını biliyorum.
Ama biz de az değilmişiz. Artık onu da biliyorum. Ben mecliste ilk defa ne zaman temsil edildiğimi hissettim biliyor musun? "Filibuster" sırasında. Torba yasanın oylanıp madde madde geçirildiği gece meclis tv'de, kürsünün önüne oturup eylem yapan, "her yer Taksim her yer direniş", "jin jiyan azadi" ve benzeri sloganlar atan HDP'li milletvekillerini gördüğüm zaman. Orada olsam yapmak isteyeceğim şeyi yapan insanların orada olup bunu yapması... "Temsil"in en basit tanımı olsa gerek. Emanet oy kavramını pek anlamıyorum. Oy veriyorsan aklına yatmış demektir. Bu emanet değil siyaset. Beğenirsen gene oy verirsin, beğenmezsen geri alırsın. Neredeyse otuz yaşındayım ve ilk defa beni temsil ettiğini düşündüğüm bir partiye oy verdim. Körü körüne değil, eleştirel mesafemi koruyarak. Korumaya da devam edeceğim.
Sandık müşahitliği başlı başına bir deneyimdi. Seçmenleri ayrı gözlemliyorsun, parti temsilcilerini ayrı. Seçme ve seçilme hakkı kazanmış kadınlarımız seçmeme hakkını kaybetmiş maalesef. Çoğu "başlarındaki" erkek tarafından zorla sürüklenmişti sandığa. Neyi nereye basacağını, neyi neye koyacağını, sonra onu nereye atacağını dakikalarca çözemeyen kadınlar gördüm. Onları terörize eden erkekleri saymıyorum.
Aslında seçmenden çok parti temsilcileri arasındaki iletişim beni şaşırttı. Sınıftaki tek müşahit ve tek kadın bendim. Sınıfa ilk girdiğimde bir gerginlik oldu. Sonra alıştılar. Muhabbet ettik. 80'den beri her seçimde görev aldığını gururla tekrar eden 60'larındaki Hilmi Abi vardı. Tarih öğretmeni sandık başkanı ve AKP, CHP, MHP ve HDP'li kurul üyeleri. AKP'liyle CHP'li kimlik doğrulama işini üstlenmişlerdi, araları iyiydi. Hilmi Abi pusula ve zarfı veriyordu. MHP'li ve HDP'li çocuklar da ona yardım ediyorlardı. İçimizdeki en gergin insan HDP'li çocuktu. MHP'li çocuğun gözlerinin içi gülüyordu. Erzurumluymuş. Beni bütün gün en çok etkileyen şey ikisinin diyaloğu oldu. "Ben Erzurumluyum. Bizimkiler sizinkileri yaktı ama ben bunu kınıyorum. Kimse ölmemeli" dedi. Üçümüz, ne olursa olsun kimsenin ölmemesi gerektiği konusunda mutabıktık. Mutabık olabiliyorduk. Yan yana durup, konuşup yaşayabiliyorduk. Evet şaşıra şaşıra buna şaşırdım. Çünkü en çok bunu unutturmaya uğraştılar. Halbuki bir arada pekala var olabiliyoruz. Yeter ki bize dokunmasınlar. Tek bir şikayet, tek bir itiraz olmadı sandıkta. Her şey usulüne uygun yapıldı. Kimse kayırılmadı, kimse yerilmedi. İsteyince nasıl da başarabiliyormuşuz...
İşte böyle bir hafta sonuydu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder