"Hepimiz, o yılları yaşamaktansa filminin çıkmasını bekleyip filmini izlemeyi tercih ederdik. Ama bize kimse sormadı. Hiçbirimiz ağaç olmadığı halde -onları ya kesmiş, ya taşımış ya da yakmışlardı- hepimiz tarihin belirli bir aralığında, belirli bir coğrafyada kapana kısılmıştık. İçeridekilerin sayısı arttıkça bizden özgür olduklarına dair yarı-alaycı duygumuz da güçleniyordu. Gündelik yaşam, elektrik verilmiş görünmez parmaklıklarla çevrili bir hapishanede sürekli işkence görmekten farksızdı. Esirdik, mutsuzduk ve hızla aklımızı yitiriyorduk.
Mutsuzluktan boğuluyor ama mutlu olmaktan da utanıyorduk. Aklımızın ufukta batışını izliyorduk. Herkes de biliyordu ama sözsüz bir sessizlik yemini etmiştik. Söze döküp derinleştirmeyecektik bu karanlığı, çırpınmak daha hızlı batmamızdan başka bir işe yaramaz sanıyorduk.
Biz kararıp solarken ilişkilerimiz de değişti. Günlerce aç bırakılmış kuşlar gibi koşuyorduk en ufak sevgiye. Panzehir olmasını umuyorduk. Daha çok tutunduk dostlarımıza. Sevgilimiz yalnızca sevgilimiz değil insan zincirindeki yan halkamız, suç ortağımız, su verenimizdi. Yetmedi, şerefli terhis olanlar yeniden göreve çağrıldı. Sarılarak sevgisini duyabileceğimiz, teni ilaç herkese sarıldık. Duyamayınca her zamankinden çok ağladık. Gece yarılarında yatağımızdan kalkıp rakı koyduk bir başımıza, mum ışığında geceyi rahatsız etmeden yudumladık. Uyuşmayı denedik, sevişmeye çalıştık, hırlaşmaktan yorulmuştuk.
Kim biraz yaşama bağlayacaksa ona sarılıp gözlerimizi kapadık. Mutlu olduğumuz zamanları getirdik kalan aklımıza. Flu, solgun bir filtre kullanılmıştı ya da pek iyi çekmiyordu bulunduğumuz yerden. Bıraktık. Bataklığın dibini boylarken, ruhumuzda üzerine işenmemiş tek bir yer bile kalmamışken, donarak ölenlerin mutluluğu nafileydi. Uzak, yalnız ve kederliydik ve hiçbir sevginin gücü bu fay hattına köprü atmaya yetmeyecek gibi görünüyordu. Haybeye gülümsüyorduk."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder