Öğleden beri güneşi
gören yoktu zaten. Akşam olmasına yakın hepten çöktü hava. Gökyüzü üzerimize
kapandı sanki. Safları sıklaştıran kara bulutların altı çatılara değdi
değecekti. Görece bir aydınlık, bulutlarla çatılar arasındaki ince bir şeritten
ibaret kaldı. Oralı olmamaya çalıştım, çalışma lambamı yaktım.
Bırakacağı
belliydi ya yine de birden bıraktı kendini. Pencereye inen birkaç damlanın
ardından bulvarın karşısındaki evler görünmez oldu. İştahla yağıyordu. Her
sabah pencere önündeki buğday istihkakından faydalanmaya gelen kumru çifti bu
defa, arasında eskiden çamaşır iplerinin gerili olduğu demirlere konup
birbirlerine sokularak yağmurun geçmesini beklemeye koyuldular. Burayı güvenli
bellemişlerdi, burada onlara kimse zarar vermezdi. Yine de yok yere korkup
uçmasınlar, uçup da ıslanmasınlar diye uzaktan izledim imrenerek.
Az sonra,
yağmur hâlâ devam ederken, bembeyaz bir aydınlığa gömüldü hava. Yağmur dinmeye
yüz tutup çiselemeye başladı. Diner dinmez de uçup gitti kumrular. Yine tek
başıma kaldım. Güneş çıkıverdi saklandığı yerden. Havanın serinliğine inat,
ılık bir sarıya boyadı her şeyi. İstemsiz gülümsedim. İstemsiz mutlu, istemsiz
huzurluydum. İstesen olmaz.
Ne çok kara
bulut var üzerimize çöken, ne çok ihtiyacımız var birbirimize. Ufuktaki ince şerit
bile etmiyor bazen aydınlık. Öyle uzak, daha da uzaklaşıyor. Hiç dinmeyecekmiş
gibi yağıyor, hiç susmayacakmış gibi gürlüyor. Yorganın altına girip hiç
çıkmamalı. Orası güvenli, orada bize kimse zarar vermez. Biz bizi yaralamadıktan
sonra bize kimse dokunamaz. Son sahnede Emmi’nin Ali’ye dediği gibi,
birlikteyken birbirimize iyi davranmalıyız, yoksa hayat yaşamaya değmez.
Oysa hayat yaşamaya
değiyor. Yağmur sonrası gökkuşağının altından değil, rutubet gibi her yanımıza
yapışıp çürüttüğü, kokuşturduğu yetmiyormuş gibi iyiden iyiye içimize de çökmeye
başlayan kasvetin içinden söylüyorum bunu. İçimize yuvalanan korku ve öfkenin
uyandırdığı dehşetle söylüyorum. Hayat fazla değerli bunlar için. İyimser mi
oluyorum böyle söyleyince? Oysa aklımda hep ölüm var konuşurken. Ölüm olduğu
için hayat var ve ölüm vaktini bilmediğimiz için hayat bunca kıymetli. Çok
korktuğum için çok tutkunum yaşamaya.
Yeniden tam
zamanlı işe başlayacak, dolayısıyla İstanbul’a çakılıp kalacak olmamın en güzel
yanı yeniden saksı çiçeği bakabilecek olmam. Ben içten içe buna sevinirken,
elinde bir saksı çiçekle geliverdi çok güzel bir kadın. Güneş gibi bir şey.
Çiçek değil, kadın. Can getirdi evime. Dönüp dönüp çiçeğe bakıyorum. Belki
orada, bütün güzelliğiyle pencere kenarında durduğu için daha az korktum gök
gürültüsünden. Korkacak bir şey olmadığını anımsattı bana, ben varım, buradayım
dedi. Bilse de insanın bazen ihtiyacı oluyor anımsatılmaya. Katmer katmer açmış
pembe bir papatya bunun için yetip de artıyor. İstemsiz gülümsetiyor böyle.
* http://www.siir.gen.tr/siir/m/melih_cevdet_anday/ani.htm
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder