Boş evin içinde manasızca etrafıma bakındıktan
sonra bir cevap, bir çözüm, bir çare bulurum umuduyla içime döndüm. Bugün
ihtiyacım olan bilgiyi en iyi bildiğim tarihte, kendi geçmişimde aradım. Kesin
söylemek gerekirse 10 Temmuz ve 14 Temmuz 2007’de, yani kişisel tarihin
karanlık görünümlü aydınlatıcı sayfalarında. Cevap kabak gibi oradaydı, oturmuş
beni bekliyordu. Gelecekteki ben tarafından geçmişe yerleştirilmiş gibi.
Oradan sekip lise son yazımda buldum kendimi.
Arkadaşımın aşkına âşık olduğum yaz. Öğrenilen ve doğru bellenilen davranış
kodlarının, etiğin gotiğin ne denli havada kaldığını o yaz öğrenmiştim; insanın
başına henüz gelmemiş, hiç yaşamamış olduğu şeyler hakkında sıraladığı
tumturaklı cümlelerin, sözleri bir anlam ifade etmese de tekrarlaması kulağa
hoş gelen tekerlemelere benzediğini de. Ta ki bizzat takılıp tökezleyene dek.
Ancak ondan sonra ayağa kalkıp kendi cümlelerini kendin kurmak zorunda
kalıyormuşsun. Bunun için önce yeni bir dil bulman gerekse bile…
Yazmak, dünyayı her seferinde yeniden kurmak
biraz. Okura anlaşılmaz gelse bile kendin için biraz olsun anlaşılır kılmaya
çalışmak. En iyi yazarak çalışılır derler ya, o hesap herhalde.
2007’de henüz blog yazmıyordum. Eteğimdeki
taşları dökmek, yükümü hafifletmek için duyduğum yazma ihtiyacı dayanılmaz bir
hal almamıştı henüz. Üç yıldan kısa bir süre vardı bir blog açıp adının
“leyla-gündüz düşleri” olmasına karar vermeme.
22 yaşındaydım. Kimseyi öldürmediğin müddetçe
büyük hatalar yapmanın serbest olduğu o ferah yaşlardan birinde. Yaralamak
serbestti, yara almak da öyle. Yani tam öğrenme çağları.
Yıkıcılığımı öğreniyordum ben de. Mutluydum,
huzurluydum ve bu bana doğru gelmiyordu. Tamamlanmış, bütün gibi hissetmek için
çok erkendi. Yersizdi, zamansızdı. Tamam demek nokta koymaktı ve nokta koymanın
düşüncesi bile nefessiz kalmama yetiyordu. Yaşadığımı hissetmek için meydan
okumaya, meydan okunmaya ihtiyacım vardı. Ben de iyiliği, güzelliği, huzuru,
mutluluğu alaşağı edip parçalayarak engebeler yarattım kendime. Rahatladım,
nefes aldım. Belki de zaten en baştan hak etmiyordum. Benim asıl layığım oydu,
o engebelerdi. İşin doğrusu hepsi birbirini besliyordu. “Ben neden böyleyim”
diye kendime kızıyor ve kendimi cezalandırmak için her şeyin içine ediyordum. O
zaman kendime daha çok kızıyor ve… öyle gidiyordu. Bundan tuhaf bir zevk de alıyordum.
Acı vermenin korkunç bir tadı vardı.
O yıl bitti. Cemreler düşmek üzereydi. Ben
onca zaman hiçbir şey düşünmeden yaşamayı, sadece yaşamayı başarmıştım. Özlemini
çektiğim ne varsa yapmıştım, en çok da dans etmiştim. Metafor filan değil,
basbayağı dans. Sonra cemreler düşmeye yakın ayaklarım yorulmuş olacak, bir gün
durduk yere deliler gibi ağlamaya başladım. Düşündüm, düşündükçe ağladım. Güzel
olan ne varsa yıkıp devirdiğim gün ve aradan geçen mevsimler boyunca her gün
aslında daha çok bağlanmıştım. Ben kopmak için elimden geleni yaparken o gelip
en derinime yerleşmişti. Böylece, alaşağı ettiğim her şeyin altında kaldım.
Yıktığım kendi hayatımdı. Yeniden yapmak istedim, harç tutmadı. Sil baştan
kurmak zorundaydım. Belki zorunda kalmasam, güçlü olmayı öğrenemezdim. Yine de
öğrenmenin daha kolay bir yolu olsun isterdim.
Neden yaşadım yaşadıklarımı? Sevgim mi
azalmıştı? Hayır, sevgiden yana hiç eksik olmadım. Bir an bile. Tek bir an
bile. Hep fazlasından mustariptim. Kim bilir belki bunun da etkisiyle şaşırdım,
ne yapacağımı bilemedim, korkup kaçtım galiba. Kaçarken geçtiğim yerlerdeki her
şeyi devirerek. Sonra dönüp de kırıklar ayağıma battığı vakit anladım. Neyi?
Epey bir şeyi. Bugün beni ben yapan şeylerin birçoğunu.
İlk günahı işledim. Çarmıha gerildim, bedelini
ödedim. Elmanın tadını sevdim, tatlıydı. Kesmedi, yılanı da kızartıp yedim. Bedelini
ödedim. Cennetten kovulmadım, ben istifa ettim. Ödedim. Cenneti hep özledim. Cehennemde
oh kemiklerim ısındı. Cehennemim anlamak oldu. Dişimde yılan derisi kalmıştı, tanrıdan bir
kürdan rica ettim. On kere daha düştü cemreler. Yeniden doğdum.
![]() |
Mythology fixed. Medusa holding the head of Perseus. |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder