38. gün.
Birini sevme düşüncesiyle bir gün yeniden barışabilecek miyim?
Yaşamın
her zerresine göbekten bağlıyım zaten. Gün içinde gözüme takılıp da gülümsediğim
ayrıntıları bir bilseler... Gözlerim aşka gülüyor; anamın karnından çıkıp da
açıldıkları an gülmüşler sanki. Ne akıttığım, ne de geride bıraktığım hiçbir yaş her
nasılsa solduramadı bu gülüşü. Ta ki son zamanlara kadar… Yüzüme bu denli koyu
bir gölge düşmemişti hiç.
Yoksunluğun
acısını değil, beni var kılan sevgiyi yazmaya çalışmalıyım; taze yaramı
sağaltacak olan budur belki de. Gözlerinin içine gülümseyerek bakarken ve sen elbette
bunun üzerine gözlerini içinin karanlığına kaçırırken ben bulabildiğim her aralıktan
içine giriyorum aslında. Küflü loş dehlizlerini el yordamıyla hissederek ilerliyorum
içinde. Ben sana bakarken, o âna kadar yaşadığın her ânı, pişmanlıklarla delik
deşik ettiğin geçmişini okşuyorum usulca. Duyduğun ürperti, ılık parmak
uçlarımın senin sıvası dökülmüş soğuk duvarlarında bıraktığı izler. Pişmanlıkların,
geleceğine daha fazla gölge düşürmesin diye adaklar adıyor, kuytularında
yeşerttiğin kavruk ağaçlara çaputlar bağlıyorum. Ben senin gözlerine bakarken çavlanların
düşüşü çağlıyor kulaklarımda, bilemezsin, havada asılı oynayan su damlaları
gökleri rengârenk kuşatıyor. Sen istediğin kadar siyah giy, ben seni ismini
bile bilmediğin renklere ayrıştırıyor, her birini ayrı ayrı sevip tekrar
birleştiriyorum siyahında.
Esmer geniş
yüzünü küçük beyaz avuçlarımın içine aldığımda tutup dokunduğum şey yalnızca
bir insan yüzü değil artık, var oluşumun uçurumunda duruyorum. Sevgimin vardığı
uçsun sen. Bir adım sonrası uçurum, dibini göremiyorum. Aslında bakamıyorum
bile korkumdan. Hâlbuki kendimi bıraksam kanatlanıp uçarım belki. Kara kıvırcık
saçlarının uzarken aldıkları virajlarda savrulup dalgalanıyor saçlarım. Göğüs
boşluğun aşiyanım. Birlikte gülüp birlikte ağladığımız anlarda kurduğum yuvaların
ince dallarını hep o mis kokulu çukurdan topladım. Yeryüzünde yapayalnız
olmadığımı bileyim diye doğmuşsun sanki. Diş çıkarmış, birbiri peşi sıra sarsak
adımlar atmış, koşmuş, okuyup yazmayı sökmüşsün… Sonra aşka gülen gözlerimle
ben geldim dünyaya. Diş çıkardım, sarsak adımlar attım birbirinin peşi sıra,
koştum, okuyup yazdım, çok sevdim; vapurda dışarıyı seyrederken denize değiverecekmiş
gibi uçan kuş sürülerini izlemeyi mesela. Ne o kuşlardan bir şey bekledim ne
senden. Karşılıksız, kendiliğinden oluverdi. Başladığı gibi de bitti. Ben kuşların
uçuşunu hatırlıyorum. Sen de unutma.
“…[V]e
ben, tutkusunu bu şiddete katık edip büsbütün koyultan kadın, son şarkının
kırık güftesi. Bir güç var içimde. Saçımın telinden ayağımın ucuna dek
hissettiğim. Bir güç. Aşk olduğunu düşünmeyi sevdiğim. Mayası mayamla bir;
yolum yoluna, yolu yoluma çıkmış az insan var içimdeki cemreyi alevlendiren ama
her kimse onu bir mecra kılıyorum içimdeki aşkı özgürleştirmek için. Kaçaklık
ruhumda var, onu topraklıyorum.” (9 Nisan 2017)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder