11 Aralık 2012 Salı

Elini Her Tutuşum 1 Mayıs'tır Benim İçin


"ayşec ilişkiler üzerine yaz, ama bi de bekarlık üzerine de yaz :) hani böle hayatına kimseyi sokamayanları da yaz olmaz mı? :)"

Hiç olmaz mı, yazmaz mıyım hiç... uzun bir müddet başka ne yazdım ki zaten? Ama ya tüketmişim bütün söyleyeceklerimi ya da anlamı kalmamış artık benim için. Halbuki emindim ıssız bir ada, kulübün bir kaybedeni de ben olduğuma. Bekarlık mesele değil, yalnızlıkta bütün mesele. Birinin elini tutmadan, el ele tutuşmadan yürümek bekarlık. Oysa yalnızlık, insanın içini kaplayan koyu bir karanlık. Hep orada zaten, biliyorsun, ama içini kaplamaya başlayınca sen onun içinde kalıyor, silinmek istiyorsun. Hiçbir eli tutmak istemediğin gibi. El ele tutuşmak demek safları sıklaştırmak demek çünkü, örgütlenmek demek... Buradayım, yanındayım, seninleyim; bu işte birlikteyiz demek. "Aşk örgütlenmektir abiler"... Elini her tutuşum 1 Mayıs'tır benim için. 

Hayatına herkesi sokup kimseyi sokmadığın döneme yalnızlık denir. Aforizma olsun diye değil. Adını bile hatırlamazsın kimilerinin. Neciydi, nasıl kokardı, neden bahsederdi öyle uzun uzun? Yalnız kalp oyalanmak ister, umursamak değil. Kimse hak etmez umursanmayı. Meritokratik bir rejimde akar yalnızlık. Hak ettiğin için yalnızsındır ve kimse hak etmez sevgini. Durduğu yerde nasır tutar sevme uzuvların. Sevmeye sevmeye körelirsin. O yüzden rengi biraz paslıdır, oksitlenmiş demir kokar.


Mapusluk gibi olduğunu kabul etmem, kıdem yoktur bence. Bir kere içeri düştün mü, hepsi birdir kanımca. Kimi Süleyman Turan'lıkta beşinci yılını kutlar rakı içerek, kimi dört yılın sonunda içeri sızan bir huzmeye yaklaşır ürkekçe, kimiyse üç yılda çektiğine inanır çekebileceği bütün acıyı. Bir de acıya bağlanmak vardır ki bırakmak istemezsin ama bu başka bir yazının konusu, buraya yazdığım yüzlerce yazının... Tatlı bir hissizliktir nasır ama altında yanan bir can vardır hala. Yani hissizlik masalını yemem usta, geç bir kalem! O hissizlik dışarıya işler ancak, içini ben bilirim. Düşen kor da benim, yanan yer de. 



"Cry a river, build a bridge and get over it"
Sevmek imkansız, bağlanmak anlamsız; sevilmek ürkütücü, can yakmak kolay. Yanlış hatırlamıyorsam böyle bir şeydi. Ama en fenası, en acıklısı bir tür erdem atfetmekti bu duruma. Kendine acımak kadar beter bir şey. Kendine acımanın bir türü aslında. Omuzlarından tutup silkesi gelir insanın: "Kendine gel be! Uzattın artık!" Dedim ya sevme uzuvları köreliyor diye, eski şefkati yumuşaklığı kalmıyor insanın, sert davranmaya meyilli oluyor. Seveyim dediğinin birkaç parçasını kırmadan sevemiyorsun. 

Sonra... sonra bir şey oluyor. Bir anda değil uzun uzadıya. Büyümek değil, yaşlanmak değil...başka türlü bir şey. Nasıl anlatsam bilemiyorum. Serseri ruhunu siyah deri ceketinle birlikte çıkarıp asmıyorsun portmantoya, hayır, bir şeylerden vazgeçer gibi değil. Bir şeyleri anlar gibi daha çok. Yapılan ince espriyi anlayıp gülümser gibi. Her şeyin çok güzel olacağını sanmak değil de, olsa fena mı olur diye umutlanmak gibi. 

Geçmiş desen, geçmemiştir. Geçmiş diyen yalan söyler. İnsanoğlu çaydanlık misali, geçmiş içinde demlenir durur. Adını koyamadığım "başka türlü bir şey" demini almaktır belki, kim bilir. Bugünlerde kendimi, demlenmekte olan bir çay gibi hissediyorum. İnsanı insan değil zaman demler. Yalnız güneşli günler değil elbet, hatta çoğu yağmurlu günler. Hala yağıyor ama asla aynı insan olmuyor üstüne yağdığı, ne güzel. 

Hepinize iyi geceler, tabi eğer böyle bir şey mümkünse...





2 yorum:

  1. kendini kötü hissettiğin zaman epiktetos oku. romalıların ve izleyicilerinin deyişiyle epictetus. internette var ingilizcesi. o kadar iyi geliyor ki. fransa'da bir banka soyguncusunu resmen felsefe profesörü yapmış epiktetos okumak. ama kendini iyi hissederken pek okumak istemiyor insan. o ilginç. ben de çevirmeye başladım. bu hızla gidersem beş yıla kadar yayınlanır.

    YanıtlaSil
  2. tavsiyeni ilk "fırsatta" dinleyeceğim. yine de senin çevirinden okumak daha keyifli olurdu :)

    YanıtlaSil