Güneşli bir aralık günü, sere serpe bir Marmara
sahiline serpiştirilmiş bankların birinde yan yana otururken, ceketinin
yakasının içine kıvrılmış olduğunu fark ettim. Elimi atıp düzeltmemek için dakikalarca
tuttum kendimi çünkü gamzelerinin derinliğine rağmen iyi tanıdığım biri değildi ve iyi tanımadıklarımızın
ceket yakaları yamuk dursa da olur. Bir an geldi ki dayanamayıp düzelttim
yakasını. Gülümsedik. Gamze farkıyla açık ara öndeydi tabi onun gülümsemesi,
onunki yanında benimki tuzsuz yemek gibiydi. Dakikalar sonra kalkmış yürürken o
anı hep hatırlayacağını söyledi. Tanıdığımız insanlara dair yalnızca belli başlı
anlar kalıyordu aklımızda ve bu da benim kokumun sindiği o an olacaktı. İyi de
bu çok sıradan bir andı? “Daha iyi ya.”
Son haftalarda, aynı sıradanlıkta bir an meşgul
ediyor hayalimi. Yazarsam, buraya bırakırsam çıkıp gider diye umuyorum. Bundan
yıllar önce yine bir kış, vakit gece yarısını geçmiş. Şehir kar altında, herkes
evinde. Ben değilim. Ben geniş bir caddenin karşısına geçebilmek için trafik
ışıklarının yanmasını bekliyorum uysalca. Kendimi gülmekten alıkoyamayalı on
dakika olmuş. Yanaklarım ağrıyor, gözlerim doluyor gülmekten. Görünürde hiçbir
şey yok, katıksız mutluluktan gülüyorum. “Hayır, hiçbir şey içmedim. Neden,
sarhoş gibi mi görünüyorum?”
Kaldırımlar neredeyse dize varasıya kar altında,
araç yolunu dahi tuzlamaya vakit olmamış. Yok, yanmayacak bu ışık… Bir el
kavrıyor elimi, yolun karşısına doğru koşmaya başlıyor, ben de onla beraber
çünkü elim onda ne yapayım, aksi yöne mi koşayım? İşte o geniş caddenin tam
ortasındayken indi deklanşör. Ne bu kaldırımda, ne o kaldırımda; tam ortasındayken.
En az, bir ceketin yakasını düzeltmek kadar sıradan o an, göğe yükselebilecek
kadar mutlu hissettiğim bir andı. Her şey yanlıştı oysa. Zaman yanlıştı, mekân
yanlıştı; elimdeki el, dilindeki söz yanlıştı. Fakat tüm bunlara karşın, belki
de tüm bunlar sayesinde, çok doğru hissediyordum kendimi. Soğuktan perçemlerim
buz tutmuştu ama içimde bir cemre yanıyor, yalazı yanaklarıma vuruyordu sanki. Dedim
ya, “her hücremin kendi kalbi varmış da her biri ayrı atıyormuş gibi”. Kış
günü ışıyordum be.
Vecdi andıran, buna benzer birkaç an var
hatırımda. Çoğu, doğanın şiddetlendiği günlerden çalınmıştır. Bir kar
fırtınası, bardaktan boşalan bir yağmur, deli dalgalar veya güçlü bir rüzgâr ve
ben, tutkusunu bu şiddete katık edip büsbütün koyultan kadın, son şarkının kırık güftesi. Bir güç var
içimde. Saçımın telinden ayağımın ucuna dek hissettiğim. Bir güç. Aşk olduğunu
düşünmeyi sevdiğim. Mayası mayamla bir; yolum yoluna, yolu yoluma çıkmış az
insan var içimdeki cemreyi alevlendiren ama her kimse onu bir mecra kılıyorum
içimdeki aşkı özgürleştirmek için. Kaçaklık ruhumda var, onu topraklıyorum.
Vazgeçtim, hiç silinmesinler hafızamdan. Yaşadım
diyebileceksem bu anlar sayesinde, ve mevsim, ben böyle olduğum için bahar. Bahar
da… bu minnet duygusu yeni peyda oldu. Belki herkes böyle şeyler
hissetmiyordur, belki yollar yollara her zaman çıkmıyordur, belki yaşamak
kendisini herkese hep böyle duyurmuyordur. Belki de yorulmuş, yaşlanıyorumdur
ve kıymetini anlamaya başlıyorumdur bu anların. Belki de sahiden
özlemişimdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder