9 Nisan 2017 Pazar

Minnet


Güneşli bir aralık günü, sere serpe bir Marmara sahiline serpiştirilmiş bankların birinde yan yana otururken, ceketinin yakasının içine kıvrılmış olduğunu fark ettim. Elimi atıp düzeltmemek için dakikalarca tuttum kendimi çünkü gamzelerinin derinliğine rağmen iyi tanıdığım biri değildi ve iyi tanımadıklarımızın ceket yakaları yamuk dursa da olur. Bir an geldi ki dayanamayıp düzelttim yakasını. Gülümsedik. Gamze farkıyla açık ara öndeydi tabi onun gülümsemesi, onunki yanında benimki tuzsuz yemek gibiydi. Dakikalar sonra kalkmış yürürken o anı hep hatırlayacağını söyledi. Tanıdığımız insanlara dair yalnızca belli başlı anlar kalıyordu aklımızda ve bu da benim kokumun sindiği o an olacaktı. İyi de bu çok sıradan bir andı? “Daha iyi ya.”

Son haftalarda, aynı sıradanlıkta bir an meşgul ediyor hayalimi. Yazarsam, buraya bırakırsam çıkıp gider diye umuyorum. Bundan yıllar önce yine bir kış, vakit gece yarısını geçmiş. Şehir kar altında, herkes evinde. Ben değilim. Ben geniş bir caddenin karşısına geçebilmek için trafik ışıklarının yanmasını bekliyorum uysalca. Kendimi gülmekten alıkoyamayalı on dakika olmuş. Yanaklarım ağrıyor, gözlerim doluyor gülmekten. Görünürde hiçbir şey yok, katıksız mutluluktan gülüyorum. “Hayır, hiçbir şey içmedim. Neden, sarhoş gibi mi görünüyorum?”  

Kaldırımlar neredeyse dize varasıya kar altında, araç yolunu dahi tuzlamaya vakit olmamış. Yok, yanmayacak bu ışık… Bir el kavrıyor elimi, yolun karşısına doğru koşmaya başlıyor, ben de onla beraber çünkü elim onda ne yapayım, aksi yöne mi koşayım? İşte o geniş caddenin tam ortasındayken indi deklanşör. Ne bu kaldırımda, ne o kaldırımda; tam ortasındayken. En az, bir ceketin yakasını düzeltmek kadar sıradan o an, göğe yükselebilecek kadar mutlu hissettiğim bir andı. Her şey yanlıştı oysa. Zaman yanlıştı, mekân yanlıştı; elimdeki el, dilindeki söz yanlıştı. Fakat tüm bunlara karşın, belki de tüm bunlar sayesinde, çok doğru hissediyordum kendimi. Soğuktan perçemlerim buz tutmuştu ama içimde bir cemre yanıyor, yalazı yanaklarıma vuruyordu sanki. Dedim ya, “her hücremin kendi kalbi varmış da her biri ayrı atıyormuş gibi”. Kış günü ışıyordum be.

Vecdi andıran, buna benzer birkaç an var hatırımda. Çoğu, doğanın şiddetlendiği günlerden çalınmıştır. Bir kar fırtınası, bardaktan boşalan bir yağmur, deli dalgalar veya güçlü bir rüzgâr ve ben, tutkusunu bu şiddete katık edip büsbütün koyultan kadın, son şarkının kırık güftesi. Bir güç var içimde. Saçımın telinden ayağımın ucuna dek hissettiğim. Bir güç. Aşk olduğunu düşünmeyi sevdiğim. Mayası mayamla bir; yolum yoluna, yolu yoluma çıkmış az insan var içimdeki cemreyi alevlendiren ama her kimse onu bir mecra kılıyorum içimdeki aşkı özgürleştirmek için. Kaçaklık ruhumda var, onu topraklıyorum.


Vazgeçtim, hiç silinmesinler hafızamdan. Yaşadım diyebileceksem bu anlar sayesinde, ve mevsim, ben böyle olduğum için bahar. Bahar da… bu minnet duygusu yeni peyda oldu. Belki herkes böyle şeyler hissetmiyordur, belki yollar yollara her zaman çıkmıyordur, belki yaşamak kendisini herkese hep böyle duyurmuyordur. Belki de yorulmuş, yaşlanıyorumdur ve kıymetini anlamaya başlıyorumdur bu anların. Belki de sahiden özlemişimdir. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder