27 Haziran 2011 Pazartesi

Alo! Anne Ben Aşık Oldum!

Bunun orijinali “alo, abi ben aşık oldum”. Annemin de arkadaşım gibi sükunetle “kime” diye sorması benden hala ümitli olduklarını gösteriyor ama doğru soru zamiri “kime” değil “neye”. Mimar Sinan’ın Fındıklı kampüsüne aşık oldum.


Bugün doktora başvurusunun son günüydü ve beni gereksiz bir stres sarmıştı. Tez sürecinde bile ülsere çevirmeyen gastritimin şu başvuru döneminde birkaç level atladığından hiç şüphem yok. Kasıp da veremediğim kiloları oturduğum yerden ve hominide gırtlak (pufidi kandil tumba yatak) yiyip içmeme rağmen şakır şakır verdim. Anasını satayım, gören de Columbia’ya başvuruyorum sanır! Olsun, bir Fındıklı kampüsü gerçeği var.

Sosyal bilimler enstitüsüne gerekli evrakları bırakmak için gittiğim Fındıklı’dan girdiğim hızla çıkıp evimin oradaki bölüme de evrak bırakmam, böylece son gün son saatlerinde de olsa şu başvuruyu tamamlamam gerekiyordu. Ne mümkün. Girişim ayrı çıkışım ayrı tören, kendi içimde tabi. Ya hatta girişim olsun da çıkışım olmasın oradan. Yani olsun tabi, diplomamı versinler de sonra beni gömsünler oraya. Aşiyan da güzel, Aşiyan’ın yeri ayrı tabi. Kaç ay oldu oraya da gitmeyeli, ben bir Aşiyan’a gideyim. Olmadı suya serpsinler beni Fındıklı’dan. Adı bile güzel, fındık shot’ı çağrıştırıyor.

Bir kere okula elimi kolumu sallaya sallaya girmek bir lütuf. ODTÜ’ye girene kadar adamdan kan getirirler. Kampüsü kastediyorum ama çift anlamlı da düşünülebilir pekala. Binaya girdim ama orada herhangi birine “merhaba, ben 18 yaşındayım. Resim bölümünü kazandım. Hayatım boyunca bunun hayalini kurmuştum” desem inanmayacak adamın alnını karışlardım. Öyle titriyorum heyecandan, öyle parlıyor gözlerim. Çok geçmeden iç sesim başladı car car ötmeye: Aptal! Aptal! Bok vardı sosyoloji okuyacak. Doyamadın bir de master yaptın, şahtın şahbaz oldun. Kendini bildin bileli girmek istediğin okul burasıydı senin. Hayallerinde yalnız burası vardı. Dönüp dolaşıp geldin işte. Geldin ama nereye, sosyal bilimler enstitüsüne! Allahım ben ne yapıyorum, ne sosyolojisi, ne doktorası! Senin bilimle ne işin olur lan. Benim ait olduğum yer burası, hep burasıydı. Şimdi böyle gelmek ne acı. Keşke girseydim o yetenek sınavına. Sandığım kadar yetenekli değilmişim deseydim en azından. Böylesi daha kötü. Yapabilirdim ama yapmadım demek. İnsanın hayallerini hatırlaması ne korkunç. Hem de unutmak için bu kadar çaba sarf etmişken.

Kendimi adeta söktüm oradan. Beşiktaş’a geldim. Başvurumu tamamladım. Nasıl bir heyecan kapladı içimi, anlatamam. Ben üniversiteyi özlemişim. Akademinin hastasıyım zira.

Üsküdar Amerikan’ın kampüsüne ilk girişimi anımsadım. Bahçesi büyülemişti beni. Yedi sene sonunda evimden de evimdi o büyülü bahçe, o tarihi binalar. Kestane ağaçları…ODTÜ’ye ilk girdiğimde kestane ağaçlarına takılmıştı gözüm. Lisemizin bahçesindeki gibi ama çok daha fazla. Amma büyük gelmişti, kaybolurum ben burada demiştim. Yuh, içinden otobüs geçiyordu okulun! Bir yedi senemi de orada bıraktım. Aşık olduğum sabah çıplak ayaklarımın beni götürdüğü yer bölümdü. Bir elimde bir el, diğer elimde ayakkabılarım. Benim evim ODTÜ’ydü, bölümdü, bu adamdı benim evim. Tepeden tırnağa aşka kesmiştim.

Kendimi garip hissettim bugün, aldatır gibi. Aldatmadım oysa. Yo hayır, benim bağlanma sorunum yok. Çok bağlanma sorunum var. Ve işte gene başlıyoruz. Gecikmiş hayallerimin kıyısı da olsa vurdum ya, dönüp dolaşıp vardım ya.

Vurdum da vardım mı acaba? Yani alırlar mı ki beni? Yazılı kolay, tez önerimi yazmakta ne var. Döşerim bile. Peki ya mülakat? Marx, Durkheim, Weber’e yani A’ya B’ye C’ye yeniden bir dönüp bakmak lazım. Sonra metodoloji… programın adında var, ona da bir göz atmak iyi olabilir. O değil de kitap yazılmış önerdiğim tez konusu üstüne. Ne o şaşırdın mı? Bir akıllı benim mi sandın şabalak?! Demek ki kolpa molpa değil, basbayağı giderli konu bulmuşum işte. Baktım gitmiyor, beni AİHS, beni ifade özgürlüğü paklar. Hukukçu babanın hukuk sempatizanı kızı. Eh olsun o kadar. Ben bir yeni yuvama yerleşeyim, bir yerimi bileyim de… akademi aç kollarını, sensiz olmuyor.

                                                                           *  *  *


 Tabi ki oradaydık. Kimin ahlakı genel ahlak diye sormak için. Baskı şiddet ahlaksa, ahlaksız olduğumuzu belirtmek için. Aşk, örgütlenmek olduğu için. Yanıma limon almayı ihmal ettiğim ilk yürüyüş, biber gazı yediğim ilk yürüyüş oldu. Gazın hedefindekiler aramıza katılmış, destek vermeye gelmişlerdi çünkü. Şişli'de yaşanan devlet teröründen kurtularak gelen ve gelir gelmez de o her zamanki gülümsemesiyle bayrağın bir ucundan tutan Sırrı Süreya Önder ve Ertuğrul Kürkçü'yü seçebildim ama çok, çok kişi vardı.


Hem değil biber gazıyla; tankla tüfekle, ağır sanayi hamlesiyle gelseler bile kim karışabilir ki kimin kimi sevip, kimin kimle sevişeceğine. "Velev ki ibneyiz!"


2 yorum:

  1. 1- Allah kurtarsın.
    2- Demiştim dimi.. Kişiden nesneye sıçramış olması beni bağlamaz. Ben demiştim.
    3- Velev ki ibneyiz!(Ki değilim, olmak da istemem ama olsun; bunlara inat velev ki..)
    4- ODTÜ iyidir, severim.
    5- Bir daha limonunu unutma.

    YanıtlaSil
  2. Haklısınız, limon şart. Bugüne kadarkiler akşam salatayı boyladı hep. Gene de ihmal etmemek lazım.

    Demiştiniz efendim, lakin sıçrayışın ilk ayağında bir kişi filan yok. Ha aşk bu, bilahare sıçrarsa bir şey diyemem :)

    Limon şart :)

    YanıtlaSil