6 Haziran 2011 Pazartesi

Bile Bile

http://www.myspace.com/sibelgursoy/music/songs/bile-bile-s-z-m-zik-sibel-g-rsoy-55131440





Shakespeare'in en sevdiğim oyunu sahneye konacak da Benedick'i David Tennant oynayacak...benim rüyalarım bile bu kadar güzel değil be. Kenneth Branagh ve Emma Thompson'dan sonra başka kim oynasa homurdanırdım herhalde. Ayakta durma bileti de çok değilmiş aslında ama Londra'ya gitmesi dert şimdi. Hadi gittin diyelim, yağmurda taksi bulunmaz...da başka bir şey düşünemiyorum bunu öğrendiğimden beri. 




Rakı ve kadın...bundan bir iş çıkar ama tez mi şarkı mı emin değilim. Birlikte rakı içmeyi en çok sevdiğim insansın diyerek beni tahmin edebileceğinden bile çok onurlandıran arkadaşımı tenzih ederim fakat bu erkekler bizle kafa buluyor kuzum. Uydurmuşlar bir "rakının tadını kokusunu sevmeyen, rakı içemeyen kız" karakteri, bizi yiyorlar. Güya bir tarafımız kalkacak. Bir kere ben senin onayına kalmadım güzel kardeşim. Muhtemeldir ki senden evvel balık olmuşumdur şişede. Değilse de bizi bize mi kırdıracaksın ulan, bölücü müsün sen, amacın ne? Hem ben niye tanımıyorum bu mitolojik kızı, kim bu kız? Gerçi düşündüm de tanımayayım daha iyi. Mit olarak kalsın öyle, evlerden ırak. 


Bu ara ülke gündemi o kadar hararetli ki (neden acaba!) yazmam gereken raporlara odaklanmakta zorlandığım bir gerçek. Onun yerine sabahtan akşama kadar seçim üstüne yazılanları oku deseler, amenna. Neyse ki tez önerisi bulup yetiştirmekle meşgul olacağım iki hafta gelip çattığında seçim de raporlar da bitmiş olacak. Bugün Mimar Sinan'a gittim ilk defa. Doktoraya başvuracağım ya maksat ayağım alışsın. Yok canım, başvuruyla ilgili bir şey soracaktım. O kadar ODTÜ'lü olduktan sonra nasıl garip bir his anlatamam (anlatma o zaman)... Mimar Sinan'a ODTÜ'den çok evvel vurulmuştum halbuki, taa ortaokulda. Güzel sanatlar fakültesine tabi. Yetenekliydim, hazırlandım da. Sonra girmedim sınavlara, vazgeçtim. O kadar okudum, bari sosyolog olayım dedim. Şimdi dönüp dolaşıp bu kadar yolun sonunda Mimar Sinan'a varmış olmak acayip bir keyif veriyor. Beni alırlarsa tabi -ki alırlarsa çok sevinirim. Güzel sanatlardan seçmeli alabiliyor muyuz acaba? Alabilmeliyiz bence. Sınıf da neymiş, çıkmam ki ben o atölyelerden. Aman aç tavuk kendini resim atölyesinde sanırmış! Yoo, heykel de yaparım. Çırılçıplak heykeller hem de. 

Çok sinirliyim bu ara, gerginim. Yetişeceğini bildiğim halde yetişmemesinden endişe ettiğim şu raporlar, onlar bittikten sonra el atacağıma söz verdiğim çeviri, 27'sinde biten başvurular için elimdeki belgelere eklemem gereken bir niyet mektubu, bir referans mektubu ve bir tez önerisi -ki tez önerisi her şeyin başı... sonra bir de gidip deneme metni almam gereken şu yayınevi var. Bir de hiçbir şeyden eksik kalmayan varoluşsal sorgulamalar: Neden doktora? Bittiğinde 30 yaşında olacağım...yazıyla otuz. Hadi onu geçtim, neden? Nereden gelip nereye gidiyorum? Ne zaman düzenli bir gelirim olacak? Peki sırf saplantı haline getirdiğim bir hayal gerçekleşmedi/gerçekleşmeyecek diye mi istemiyorum yurt dışında yaşamak? Ne zavallıca tanrım, seni küçük böcek. Ya da mesela gelecek seneye kalsa doktora işi, bir sene geciktirsem, geciksem...ne olur? Başıma yıkılır mı küçük dünyam? Ben inanmam ki başarı ve başarısızlığa; keyfe inanırım ben, ve huzura. O zaman neden bu telaşım anlamıyorum ki. Bu kadar endişe, stres nereye varmak için? "...otuz, modern insanın kabusu olarak tasarlanıp kullanıma sokulmuş bir eşiktir. Otuzunda bulunduğun nokta, hiç kaçarı olmaksızın, böbürlenebileceğin bir hayat yaşayıp yaşamadığının birincil göstergesi olacak." demişim eski bir yazımda. İşte gene tam o kafadayım. Biri beni buradan çıkarsın. 


Çok sinirliyim dedim ya...ne güzel de elimi belime koyup kapısına dayandığım üst komşumdan çıkarıp rahatlayacaktım. Açmadı kapıyı. Korktu zahir. E ne de olsa fıçı gibi bir kız dayanmış kapısına ama fıçı, barut fıçısı. Zorla anahtarlık satmaya çalışan bir çocuğa patladım onun yerine bugün. Çocuk hiç oralı olmadı ama hala bok gibi hissediyorum kendimi. Telefonla konuşuyorum, "abla abla" diye tepemde. Hay ablalar götürsün seni. Resmen lise öğretmeni gibi azarladım çocuğu. Sonra anlaştık neyse. Sinirim de baki. Elbet çıkacak bu bir yerlerden, dur bakalım... Şu seçim de az germedi. Ondan da böyle sinirliyim. Sadece kendi olsa neyse, bir de o saçma sapan seçim arabaları var. Tam bir "kiminki daha büyük" siyaseti, kimin sesi daha çok çıkıyor. Gündelik hayatta da doğrudan karşılığı var bunun: Bir şeyi öfkeyle ya da yüksek sesle söylersen (tercihen ikisi birden) kesin haklısındır. Düşündüm de "kiminki daha büyük" anlayışı bütün bir iktidar olgusu için geçerli olabilir. Koskoca Rocco hakkın rahmetiyle vuslata erdi, sen daha konuşuyorsun.


Raporlar beni çağırıyor. Blog yazacağım yoktu aslında. En üstteki şarkının linkini verip kaçacaktım ama kuru kuru gitmez dedim, muhabbet uzadı. Öpüyorum. Öptüm. 



2 yorum:

  1. rocco'ya bir şey mi olmuş????????????

    YanıtlaSil
  2. şimdi baktım, ölmemiş (adam içeride oturuyor sanki). dezenformasyona kurban gitmişim (o kaynakla da bilahare hesaplaşacağım). tam da "acımız büyük" filan diyecektim, neyse.

    YanıtlaSil