|
Etli ekmek molasında Konya |
Ankara, Konya derken Adana’dayız. Bir az-zamanda-çok-işler sahası çünkü bu. Her gün yeni bir şehir- yeni bir otel temposunun hastasıyım. Şehrin içinden geçip gitmek böylesi ama olsun, yemeğini yiyebildiğim sürece sorun yok. Hayatımda 60 kiloyu hiç görmedim ama İstanbul’a döndüğümde görmeyi planlıyorum. Gördüğümde ne tepki vereceğimi bile görebiliyorum: Gözlerimi dehşetle açmak yerine sakince bakıp keyifle sırıtacağım zira hayat gezince, saha yiyince güzel.
***
|
Karşıdan karşıya geçerken Adana |
Adana’dan 24 saati bile doldurmadan ayrıldık. Osmaniye Otogarı’nda beş dakika durakladıktan sonra Gaziantep’e vardık. Yıllardır kar görmeyen şehri karlar altında bulduk. Bir Ankara, bir Konya’dan sonra soğuk denemez –bir Alex değil- ama Adana’nın ılıman soğuğundan sonra (Adana’da artıyı gördük!) afalladık, yalan değil. Şimdi hiç çaresi yok, bundan sonra Antep’i hep, bu ilk gelişimdeki haliyle, karlar altında anımsayacağım. “O zamana dek hayatımda gördüğüm en güzel karlardan biriydi” diye geçecek içimden. Şüphesiz ki, bir şehre ancak gece yarısı intikal edip otele eşyaları (namı diğer mütevazı bir sırt çantası) attıktan hemen sonra fellik fellik açık çorbacı/kebapçı aramanın da bu güzellikte payı var.
İnsan kendinden kaçamaz derler, amenna… bizse el ele yürüyoruz sanki, kaçmak şöyle dursun karda kayıp düşmesin diye elinden tutuyorum. Kaçmaya niyetim yok, nedenim de yok. Buralar çok güzel. Adana’da Kebapçı Şeyhmus’a gittik. Önden etsiz bir çiğ köfte aldık, onu saymıyorum. Sonra kuşbaşı ve tavuk kanat, ardından adana. Ben hayatımda böyle güzel adana yemedim ama Adana’da yediğim adananın nefis olması pek şaşırtıcı değil sanıyorum. Ayran bile güzeldi, öyle diyeyim.
|
Otel penceresinden Antep |
Bugün tatlı günü. Kebabı Adana’da, tatlıyı Antep’te yemek nasıl bir keyif. Yarın sabah da dönüyorum ama hiç dönesim yok. Saha kursağımda kaldı. Nasıl diyorlar, bekleyenim yok nasıl olsa. Geyikte sınır tanımayıp da bu söz karşısında hala nasıl burulabildiğime inanamıyorum. Doğruya doğru, bana saha olsun, haftalarca o uzak şehirden bu uzak şehre ufak bir çantayla gideyim. Kar yağmur çamur, açlık uykusuzluk, mahrumiyet… çok da fifi. Şu anda Antep biraz fazlaca kar altında ama zor koşulların yanından yöresinden geçmiyor… henüz. Antep bu kadar kara alışık olmadığından arabaya takmak gereken ıvır zıvır da bulunmuyor. Dolayısıyla bugün arabayla kara filan saplanırsak ufak çaplı bir saha anısı çıkabilir oradan, hepsi bu.
|
Antep'teki otel odası hakkında merak edilen her şey |
“Beş yıl sonra kendini nerede görüyorsun” sorusu oldum olası komik gelir. Bir düşündüm, hayatıma damgasını vuran bir aylık Artvin saham da 7 yıl önce tam bu aylardaydı. O zaman aklımdan geçenleri çok iyi anımsıyorum: Bunu istiyorum. Bir kurum ya da kuruluş masraflarımı karşılasın, araştırma için uzak diyarlara göndersin beni. Ufak çantamla oradan oraya gideyim ben. Nasıl içten istemiştim bunu. Şimdi, Barhal Çayı’nın sesiyle uyumaya alışmamdan 7 yıl sonra, arada bir kafamı kaldırıp otel odamın camından kar altındaki kente istikrarla inmeyi sürdüren ince, yoğun karı izlerken “bu” diyorum, “işte bunu seviyorum”. Tam ne olduğunu da bilmiyorum, artık o her neyse onu.
***
|
Antepian Sarkıts |
Sabah güç bela kalktım yataktan. Sahanın son günü olması münasebetiyle önce ona bir homurdandım. Sahada üçüncü gün sendromu derler, yazış olduğunu düşünüyorum. En azından bende üçüncü gün değil son gün sendromu var: Dönmek istemiyorum. Hazırlanırken ses olsun diye televizyonu bir açtım ki 7’den 77’ye. Barış Manço bacak kadar çocuklara arabada hangi koltuğa oturduklarını soruyor. Uyku mahmurluğuyla iyice sersemledim: Kaç yaşındayım? Anadolu’da bir otel odasında tek başıma uyandım ama kaç yaşındayım, buraya nasıl geldim? 5 miyim 6 mıyım yoksa 26-27 mi? Biraz televizyona kitlendim ama sonra geçti, hazırlanıp çıktım.
|
İmam Çağdaş/ Antep |
Arabamız kara saplanacakmış, buldun da arabayı! Antep değil Erzurum anasını satayım, öyle bir kar. Bir sürü Antepli çocuk ilk defa kar gördü bugün. Neyse, buzlu stresli bir günün ardından sıcak duşumu almış bunları yazabiliyorum. Görüştüğüm insanlardan birinin çeyiz dükkanı vardı, beni evinde ağırladığı halde üşenmedi benle birlikte çıktı, dükkanından el işi bir yastık kılıfı hediye etti… çeyizlik. Yorucu sahaların ödül misali anları. Ama karlara bata çıka, buzlarda düşeyaza geçen bir günün ardından en büyük ödül İmam Çağdaş’ta yediğimiz Ali Nazik oldu. Üçü bir aradaymış, bırah ya! Mükemmel karışım budur: Patlıcan ezme, bol sarımsaklı yoğurt, üstüne kuşbaşı. Hayat bu işte.
Bunları geniş şifonyerin masasında yazdığım için arada aynaya takılıyor gözüm, yorgun ama keyifli bakan bir kadınla göz göze geliyorum. Fazla uzağa gidememiş olsa da beş günde beş ile uğramış bir kadının “şimdi nereye gidiyoruz” bakışı bu, ben bilmez miyim! Şimdi başladığım yere, sabah uçağıyla İstanbul’a dönüyorum.
Ne bekleyenim ne de dönesim var.
saha şarkım: ne güzeldir yollarda olmak şimdi...