Tekel'in cep kanyaklarından içerdim o zaman.
Filmi izlerken ise Metaxa içiyordum bilmem kaç yıldızlı.
Balkonun kapısını açtım içerisi soğusun, Ankara gibi olsun diye.
Hafif üşüyerek uyumaya alıştığımdan sıcak odada uyuyamıyorum hala, kalorifer kapalı olacak.
Kış günü küpe taktın mı iğnesinin kulağının içinden geçtiğini hissederdin soğuktan, acıtırdı, ama ne güzeldi.
Kış günü Erzurum'a da gittim ben, hem de kaç kere. Ankara kadar soğuk yer görmedim.
Onca yıl nasıl olup da hiç üşümedim bilmiyorum. Ankara'da üşüdüğümü bilmem.
Ama buzda kayıp düşmüşlüğüm vardır. Canımın acıdığını bilmem.
Soğuk uyuşturduğu içindir belki. Belki de ışık yılı uzakta kaldığı için anımsamıyorumdur.
Evleri, sokakları, sokak lambaları, yağmuru, karı ve barları, meyhaneleri ile Ankara; ancak bir daha asla görmezsem sevgiyle anmaya devam edebileceğim eski bir tanıdık gibi.
Uzaktan sevmenin en güzel değil, tek yol olduğu bir şehir.
"Dünyanın en güzel şehri" diye geçiriyorum bazen içimden. Sesli söyleyince absürd bir espri gibi geliyor kulağa.
Sevdiğim insanlar öldü Ankara'da. Başka yerlerde de öldü. Ama insan Ankara'da ölünce daha çok ölüyor sanki.
Yine de "huzur" denince Emek geliyor aklıma. Sokak boyunca gölge oyunu yapan uzun boylu ağaçları ile Emek. Gece sabaha karşı düşen ilk kar. Geniş penceremin önündeki çalışma masamdan kalkıp pencereye gidişim, camı açışım, havayı koklayıp karın yağışını sokak lambasının düşen ışığından izleyişim geliyor aklıma ve kendimi sokağa atışım. Çok değil az önce gökyüzünde süzülen karın üstünde sessizce yürüyebilmek için. Ankara uyurken.
Eski mobilyalar hiçbir yere Ankara'ya yakıştığı kadar yakışmıyor ve uzun koridorlu dar evler.
Dün gece rüyamda Olgunlar'ı gördüm. Henüz test kitapları değil gerçek kitaplar sattığı zamanlarda. Köşeyi dönünce fark ettim Olgunlar olduğunu. Ve bunları yazarken anımsadım rüyamı. Ne işim vardı ki orada.
İçinde Ankara geçen şarkıları oldum olası sevdim ama filmleri, dizileri izlemekten imtina ettim nedense. Görmek istemedim. Hem içimi kaldırıyor, hem içim kaldırmıyor.
Bizim büyük çaresizliğimiz Ankara hocam.
Şimdi İstanbul, engelli bir koşunun sonunda varılan alan gibi.
Ama ne Emek'e benzer ne Tunalı'ya. Ankara aşinalık demek. Doğup büyüdüğüm yerden başlamamış da buraya varmışım sanki. Doğduktan sonra hiç gidip de görülmeyen memleketler gibi Ankara. Bir daha hiç gitmesem, hiç görmesem de olur.
Şimdi kalkmış memleketlimi sevmem tesadüf mü peki? "Hocam burası bizim Ankara barlarına benziyor" dediğim barın müdavimi kesilmem? "Hocam" derken duyduğum huzur? Beşeriyi aldım bu deryalı diyara getirdim. Ankara'nın çaresizliğini Ankara'da bırakıp, sevdiğim anları, anıları, insanları alıp getirmedim mi başucuma?
Yalnız şu Tekel kanyak üretmeyi bırakmayaydı iyiydi...
Avram'dan :)