leyla yaşadığını mı yazıyor, yoksa yazdığını mı yaşıyor? leyla iyi ezberlenmiş bir metin mi? ne olursa olsun heyecanlı bir metin olduğu kesin.
Sekiz sene sonra yine Doğu Karadeniz'deyim. Son zamanlarda aklıma üşüşen sorgulamaların hepsini İstanbul'da bırakarak geldim. Leyla'dan geçtim de geldim. Bakalım o da benden geçecek mi...
Sekiz sene önce ilk saha çalışmam için bir kış ayı boyunca Artvin Yusufeli'nde, Barhal Çayı'nın üstünde bir pansiyonda kalmıştım. Her sabah aklımdan geçen ilk düşünce "yağmur mu yağıyor" olurdu. Çayın sesine alışmam neredeyse bir ayımı almıştı. Tam alıştığım sıralarda iş bitmiş, dönme vakti gelmişti. Bir de üstüne üstlük körkütük aşık olmuştum. Havaalanında "gitmek istemiyorum, geri döneyim ben" diye ağlayan bir kız çocuğu.
Aşk gider, su kalır hocam. Sanırsın ki esas su akıp gider. Hayır, aşk gider. Bir daha da geri gelmez. Giden gitmez, kalan kalmaz aslında. Aşk gider, su kalır. Artvin Yusufeli'nde Barhal Çayı, Giresun Tirebolu'da dalgaların sesi işte... Hiçbir şeye inanmadığım kadar suya inanıyorum şu an. Hatta hiçbir şeye inanmıyorum sanırım. Güçlü bir alışkanlık su sesi. Zor yerleşiyor, yerleşti mi gitmiyor.
Artvin ve aşk özdeş olmadığına göre artık, bu Doğu Karadeniz'de sahiden başka bir şey var. İçime işleyen, burnumda tüten, beni çağıran... Yeşili yeşil, havası hava, suyu su. Başka bir şey daha var ki dalgalarda buluyorum: Delilik. Bu deniz deli. Sınır bilmez. Bilse de oralı olmaz.
Saha sonrası bulduğum boşlukta kendimi sahile attım. Ev hemen plajda zaten. Körliman'a kadar yürüyüp geri geldiğimde güneş batıyordu. Kaldığımız eve doğru meyletmiştim ki radyoda Leylalı bir şarkı çalmaya başladı. Bir bildiğim vardır herhalde diyerek evin önündeki plaja indim, bir taşın üstüne oturdum. Hiçbir şey düşünmeden yalnızca dalgaları izledim, dalgaları dinledim.
Artvin ve aşk özdeş olmadığına göre artık, bu Doğu Karadeniz'de sahiden başka bir şey var. İçime işleyen, burnumda tüten, beni çağıran... Yeşili yeşil, havası hava, suyu su. Başka bir şey daha var ki dalgalarda buluyorum: Delilik. Bu deniz deli. Sınır bilmez. Bilse de oralı olmaz.
Saha sonrası bulduğum boşlukta kendimi sahile attım. Ev hemen plajda zaten. Körliman'a kadar yürüyüp geri geldiğimde güneş batıyordu. Kaldığımız eve doğru meyletmiştim ki radyoda Leylalı bir şarkı çalmaya başladı. Bir bildiğim vardır herhalde diyerek evin önündeki plaja indim, bir taşın üstüne oturdum. Hiçbir şey düşünmeden yalnızca dalgaları izledim, dalgaları dinledim.
Cayır cayır yanarak batmakta olan dev bir yük tankerine benziyordu güneş. Öyle görkemli yanıyor ve öyle dehşetli batıyordu ki son kıvılcımı da ince bir duman çıkararak denizde sönene kadar oturduğum yerden kalkamadım. Hürmetten kıpırtısızca izledim. Neden sonra bir Karadeniz kumsalında dehşet, hürmet ve bir anda çöken yağmurlu akşam serinliğinden titrediğimi fark ettim.
Elimi sırt çantamın ön gözüne attım, elime kum geldi. İki ay kadar önce Akdeniz sahilinde yürürken çantama attığım deniz kabuklarının kumuydu elime gelen. Bir iki tane de buradan attım. İnce yağmurluğumun altına sızan akşam serinliği ile biraz daha ürperdikten sonra kalktım, yolun karşısına geçip eve girdim.
Özlem'in günlüğünde kenarda gördüm günlüğünüzün ismini ve şunu paylaşmadan edemedim:
YanıtlaSilGündüz Düşleri
Bu gece ne yapsak?
Sussak sadece, susarsak anlaşsak
Sarılsak öylece
Nefeslerimizle uyusak
Sessizce uyansak yine
Sessiz bir dokunuşla günaydın desek birbirimize
Kalksak, yine konuşmasak
Bakışmasak
Birbirimizin varlığında huzur bulsak
Biliyorum ne desem şehvete yoracaklar şimdi
Ama dinlemiyorum, duymuyorum onları
Devam ediyorum gündüz düşlerime
Mesala birinde okuma koltuğumuzda uzanıyoruz beraber
Kolların yorulmasın diye benim tuttuğum kitabın
Sen çeviriyorsun yapraklarını
Yok olmaz bu çünkü kağıt bıçaktan keskindir bazen
Bu yüzden ben çevirmeliyim yaprakları da
Bazen benim sevdiklerimden bazen seninkilerden okumalıyız
Senin sesinden duymalıyım bazen sevdiğim cümleleri
Bazen de okumalıyım sana sevdiklerini
Bu gece ne yapsak?
Mesala televizyon koltuğumuza otursak
Beğenmesek hiçbir programı
Sonra bize güzel şiirler okuyan
Türkçe, Lazca, Kürtçe ve hatta İngilizce şarkılar çalan
Doğrunun yanında olmak için didinen gençler bulsak
Ne kadar ben gibi
Ne kadar sen gibi desek
Program bitse de dalamasak uykuya
Bilip de sustuklarımızı, yüzümüze vurduklarını okusak
Birbirimizin gözlerinden
Sonra yine birbirimizin varlığında huzur bulsak
Biliyorum ne desem şehvete yoracaklar yine
Yine duymazlıktan geleceğim ben
Siz ne anlarsınız diyeceğim içimden
Gündüz düşlerime devam edeceğim yine
Mesala şükredeceğim artık sigara içmediğime
Sen göğsümde uyurken
Biraz üzüleceğim, başımı yana çevireceğim
Nefesim rahatsız etmesin seni diye
Çok sevdiğim yüz üstü uykumdan ödün vereceğim
Hatta sen daha rahat uyu, seni daha çok görebileyim diye
Uyku girmeyecek gözlerime
Biliyorum ne desem kötüye, şehvete, hazza yoracaklar yine
Bense gözlerimi kapayacak
Devam edeceğim gündüz düşlerime
Bu gece bir kadeh daha sen olsan yanımda
Seni içtiğim her anda
Bir kez daha
Şükretsem alkole olan tövbeme
Senin sarhoşluğun olsa içimde
Kapıyı çalsam, kim olduğum sorusuna "Sen" desem
Seninle otursam, uzansam, okusam, izlesem, dinlesem, yesem, içsem
Seninle uyusam
Seninle uyansam gündüz düşlerimin içindeki gece düşlerimde
Bu gece de bir olsak seninle
Bu gece ne yapsak?
Herşeyi boş versek
Sussak sadece, susarsak anlaşsak
Sarılsak öylece
Nefeslerimizle uyusak
Sessizce uyansak yine
Sessiz bir dokunuşla günaydın desek birbirimize
Kalksak, yine konuşmasak
Bakışmasak
Birbirimizin varlığında huzur bulsak
Ne güzelmiş şiir, teşekkürler.
Silçoktandır yazmadım. bir özet geçeyim bir de öğüt isteyeyim senden. afla doktoraya döndüm. artık atılma da kalkmış ömür boyu felsefede doktora öğrencisi olabilirim. ama döndüğümden beri hiçbirşey yapmadım. içimden gelmiyor çünkü. çünkü biliyor musun felsefede 'data' yok. hal böyle olunca ekoller öne çıkıyor. bizim okul ekol olarak ampirist ve materyalist. çünkü dili ingilizce ve ingilizlerin -olmayan- felsefesi materyalizm ve ampirizme dayanıyor. bunun türkçesi şu: "bu işi neden bilim adamlarına devredip dükkânı kapatmıyoruz?". ben ise rasyonalist ve idealistim. yani en azından ruhun varlığına ve aklın bize bilgi kazandırabileceğine inanıyorum (biliyor musun atomları eski yunanlılar sadece düşünerek keşfetmişlerdi.) e böyle olunca bizim hocaların bırak mezun etmeyi, tez konusu olarak kabul edecekleri bir konu bulmakta dahi zorlanıyorum. ha çok önemli fikirlerim olduğuna inanıyorum. belki de bu bir hezeyan ama sonuçta filozofuz. biraz hezeyan şart diye düşünüyorum. sonuçta biz filozofları yargılayan tarihtir. yüz yıl geçmeden bir filozofun kıymetli olup oldmadığını kimse söyleyemez. ama o çok 'önemli' fikirlerimi bir türlü yazıya dökemiyorum. en fazla defterler dolusu not haline gelebiliyorlar. acaba diye düşündüm son günlerde, mecbur olduğum birşey olmadığı için mi asıl istediğim şeyleri yazamıyorum? kendimi bir tez yazmaya mecbur etsem nasıl olur diye düşündüm. tabii annemle sevgilim çok sevindi bu işe. hah sonunda adam oldu, doktorasını alıp efendi gibi hoca olacak, çoluğa çocuğa karışacak diye düşündüler. ama benim içim yine rahat değil. bahaneler bulup bir türlü hocalarla ciddi ciddi konuşamıyorum. salak kafam diyorum. yazsaydın şu asıl fikirlerini. yayınlatsaydın hiç bu doktora işlerine bulaşmana gerek kalmayacaktı. bu arada bayağı enayi olduğumu da biliyorum. o yüzden objektif birine sorayım dedim. ne dersin?
YanıtlaSilSenden en nihayet haber çıkmasına sevindim. Kendine hayrı olmayan biri olarak öğüt veremeyeceğimi takdir edersin. Akademiyi uzaktan sevmek aşkların en güzeli mi nedir, çok sevindim doktoraya dönmene. Içimde uhdedir biliyorsun. Mesele yayınlatmaksa akademinin dayattığı format kısıtlayıcı olmaz mı senin için? Ne bileyim biçimi veya biçimsizliği üzerinde daha fazla söz sahibi olmaz mıydın bir yayınevi ile anlaşsan? Dilinden ve defterler dolusu nottan anlayacak bir editör bulduktan sonra tabi. Öte yandan doktoranın ucunda kadro ve konvansiyonel bir hayat kurgusu var. Ne yapacağını merakla bekliyorum. Yeter ki boşlukta kaybolup gitmesin fikirlerin. Nasıl olursa olsun yaz derim..
Sil