"Mutsuzluktan söz etmek istiyorum, dikey ve yatay mutsuzluktan..." dedim kendi kendime geçen gün. Doğmama bir ay kala Aşiyan'ın tepesindeki yatacığına uzanan ve aynı havayı hiç soluyamadığım adamın dizelerini tekrarladım kendi kendime. Zaten her şey tekrara giriyormuş gibi geliyor bu ara. Her şey tekrara giriyor. Bak yine oldu.
Yeşilçam filmleri doz aşımından kaynaklı belki, sevip de kavuşamamayı ekseriyetle Aliye Rona, hadi bilemedin Atıf Kaptan, çok talihsizsen de ikisiyle birden bağlantılı bir durum zannederdim. O öyle değilmiş. Sevip de kavuşamamanın bin bir çeşidi varmış. Tam her şeyi gördüm herhalde diyorsun, bundan saçması da olamaz artık diyorsun... Aliye ile Atıf'ı görmek için etrafına bakınıyorsun, Nubar Terziyan'la Şükriye Atav'ın mütebessim yüzleriyle karşılaşıyorsun. Kendi yüzün ise hiç mütebessim değil, yüzünün tüm çizgileri yerçekimine teslim. Son birkaç aydır kalbim sürekli ağrıyor. Biri avucu içine almış da patlatana kadar sıkıyormuş gibi bir his, kulaklarda zonklama ve hesabı sürekli kendisine kaktıran o iç ses. Küçükken ben de radyonun içinde şarkı söyleyen küçük insanlar var sanırdım. Meğer radyo benmişim. Küçük insanlar da şarkı markı söylemiyorlar, sürekli itiş kakış halindeler.
Biri beni bile ürkütecek kadar güçlü, önünde dağlar dayanmaz. Oysa buraya kazık çakıp kalan da o. O dağları henüz devirmek istememiş sanırım, istese duramazlardı çünkü. İstemediğini de "bu dağ burada olmamış" deyip tuzla buz eder zaten. Bir başkası ağlak bir kadın. Hep bir şeylere maruz ama gıkını da çıkarmıyor. Öyle görmüş herhalde. Biri yılmış her şeyden, "çok uzadı bu hayat, bitse de gitsek" diye bakıyor. Ötekisinin içi titriyor gözleri kapanacak da karanlığın bile var olmadığı bir sonsuzluğa düşecek diye. Bunların arasında bir salak vardı geçmişte yaşayan, neyse ki cebren bastırdılar onu. Baya can sıkıcıydı çünkü. Bir tanesinin gelecek konusunda soru işaretleri var ama geçmişe takıntılının başına gelenleri gördüğünden midir nedir ağzını açamıyor şimdilik. Bir o eksik zaten. Tıklım tıkış minibüs gibi içerisi. Bir tek kucakta zırlayan çocuk eksik.
Biri keyiflenip iki tek atmak ister, öteki ölesiye tiksinmiş alkolün fikrinden bile. Biri yanına sigara tellendirmek ister, öteki biraz daha uzun ve acısız yaşamak. Biri kapıyı çarpıp çıkacak, diğeri olduğu yerde büzüşüp ağlayacak. Biri ben kendime yeterimci, diğeri sevgi kelebeği gibi ortalıkta dolanıyor. En karmaşık ilişki de onların arasındaki galiba. Yeterimci, "yalnızsın zaten" diye kanatlarını yoluyor kelebeğin. Kelebek inkar etmiyor bunu ama yine de yerçekimine karşı koyup havalanmasını sağlayan bir güç var. İşte dolmuş yolcularının en büyük merak konusu da o güç. Tatmin edici bir cevap bulamayınca "aptallığının verdiği hafiflikle uçuyor herhalde" deyip geçiyorlar. Zekası pek parlak değil sahiden. Neyse ki çok başvurmuyor da. İnsanlık mı diyor, insan sıcaklığı mı...insanlı bir şeyler geveliyor ağzında ama bir sıkımlık canıyla oradan oraya gezdiği için iyi duyulmuyor ne dediği.
Aliye Rona'lı Atıf Kaptan'lı senaryolar yeğ görünüyor.
Yeşilçam filmleri doz aşımından kaynaklı belki, sevip de kavuşamamayı ekseriyetle Aliye Rona, hadi bilemedin Atıf Kaptan, çok talihsizsen de ikisiyle birden bağlantılı bir durum zannederdim. O öyle değilmiş. Sevip de kavuşamamanın bin bir çeşidi varmış. Tam her şeyi gördüm herhalde diyorsun, bundan saçması da olamaz artık diyorsun... Aliye ile Atıf'ı görmek için etrafına bakınıyorsun, Nubar Terziyan'la Şükriye Atav'ın mütebessim yüzleriyle karşılaşıyorsun. Kendi yüzün ise hiç mütebessim değil, yüzünün tüm çizgileri yerçekimine teslim. Son birkaç aydır kalbim sürekli ağrıyor. Biri avucu içine almış da patlatana kadar sıkıyormuş gibi bir his, kulaklarda zonklama ve hesabı sürekli kendisine kaktıran o iç ses. Küçükken ben de radyonun içinde şarkı söyleyen küçük insanlar var sanırdım. Meğer radyo benmişim. Küçük insanlar da şarkı markı söylemiyorlar, sürekli itiş kakış halindeler.
Biri beni bile ürkütecek kadar güçlü, önünde dağlar dayanmaz. Oysa buraya kazık çakıp kalan da o. O dağları henüz devirmek istememiş sanırım, istese duramazlardı çünkü. İstemediğini de "bu dağ burada olmamış" deyip tuzla buz eder zaten. Bir başkası ağlak bir kadın. Hep bir şeylere maruz ama gıkını da çıkarmıyor. Öyle görmüş herhalde. Biri yılmış her şeyden, "çok uzadı bu hayat, bitse de gitsek" diye bakıyor. Ötekisinin içi titriyor gözleri kapanacak da karanlığın bile var olmadığı bir sonsuzluğa düşecek diye. Bunların arasında bir salak vardı geçmişte yaşayan, neyse ki cebren bastırdılar onu. Baya can sıkıcıydı çünkü. Bir tanesinin gelecek konusunda soru işaretleri var ama geçmişe takıntılının başına gelenleri gördüğünden midir nedir ağzını açamıyor şimdilik. Bir o eksik zaten. Tıklım tıkış minibüs gibi içerisi. Bir tek kucakta zırlayan çocuk eksik.
Biri keyiflenip iki tek atmak ister, öteki ölesiye tiksinmiş alkolün fikrinden bile. Biri yanına sigara tellendirmek ister, öteki biraz daha uzun ve acısız yaşamak. Biri kapıyı çarpıp çıkacak, diğeri olduğu yerde büzüşüp ağlayacak. Biri ben kendime yeterimci, diğeri sevgi kelebeği gibi ortalıkta dolanıyor. En karmaşık ilişki de onların arasındaki galiba. Yeterimci, "yalnızsın zaten" diye kanatlarını yoluyor kelebeğin. Kelebek inkar etmiyor bunu ama yine de yerçekimine karşı koyup havalanmasını sağlayan bir güç var. İşte dolmuş yolcularının en büyük merak konusu da o güç. Tatmin edici bir cevap bulamayınca "aptallığının verdiği hafiflikle uçuyor herhalde" deyip geçiyorlar. Zekası pek parlak değil sahiden. Neyse ki çok başvurmuyor da. İnsanlık mı diyor, insan sıcaklığı mı...insanlı bir şeyler geveliyor ağzında ama bir sıkımlık canıyla oradan oraya gezdiği için iyi duyulmuyor ne dediği.
Aliye Rona'lı Atıf Kaptan'lı senaryolar yeğ görünüyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder