Sarı çiçeğin adı azgan. |
Mart sonu Nisan başında geldiğim zaman uyanışını görüyorum toprağın. İçi kurumuş, sade kabuğu kalmış gibi görünen veya yıldırımın çarpmasıyla kırılıp yıkılmış ağaçların bile kırgın dallarını akıl almaz bir yaşama arzusuyla donattıkları günler bunlar. Yaşamaktan nasıl yıldığımı düşündükçe o ağaçlardan utanıyorum. Halbuki alt tarafı rüzgar kırdı dalımı.
Hayatın fışkırmadığı tek bir karış yok burada. Abartmıyorum. Çiçeklere basmadan yürümenin imkanı yok ki ben, basmayayım diye önüme bakarak, 34 numara ayaklarla sekiyorum. Tabi kaplumbağalara da dikkat etmek gerekiyor. Yanımdan yöremden türlü çeşit kelebek uçuşuyor sürekli. Bir film sahnesi canlanıyor gözümde. An Affair to Remember'ın (1957) Türkiye versiyonu olan Yağmur (1971) filminde Hülya Koçyiğit'in İnci Çayırlı seslendirmesiyle şarkı söylediği şu sahne:
Babamın, her birinin isminden tam olarak nerede bittiğine kadar şeceresini ezbere bildiği çiçeklerle kaplı harımlardan geçerken "halı gibi..." diye geçirdim içimden. Sonra "gibisi fazla" diye düzelttim kendimi. Halılar ve bahçeler arasındaki tarihsel ilişkiyi hatırladım:
Ancient Egyptians created simple sunken gardens, partly to create a cool, damp micro-climate. By the time of Sennacherib, stunning gardens were connected with the idea of kingly power. Carpets and gardens were also conceptually closely linked: carpets were designed to resemble gardens, while garden buildings had features suggesting carpets.Foster suggests that the hanging gardens, created for Sennacherib’s “Palace without Rival” at Nineveh, was in fact a spectacular sunken carpet of flowers that appeared to be suspended in mid-air when viewed from above. (Vurgu benden)
Anemon |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder