Mutfakta çalışırken şarkı
mırıldanmayı, hep de aynı şarkıyı mırıldanmayı babamdan öğrendim muhtemelen.
Onunki sanat müziği, benimki sekiz yaşımdan kalma bir Sezen Aksu. Yıllardır ikimiz de hep aynı yerini söyleriz
şarkılarımızın. Babam hep “Çok muhabbet tez ayrılık getirir” kısmını söyler,
bense hep şarkımın ilk kısmını. İkimiz de lüzumundan neşeli söyleriz ve ikimiz
de seçmemişizdir mutfak şarkılarımızı. En azından benim bir münasebetim olmadı Sezen'in bu şarkısıyla. Fi tarihinde onlar dilimize pelesenk
olmuş, bir iki dizesi sarılıp kalmıştır dilimize. Mutfak şarkılarımız,
yaptığımız yemeklerin olmazsa olmazları sanki. Acıyı tarçınla dengelemeyi
öğrendim en son, içimde hem bahar hem güz. Yağmur geçti, dolu geçti, kar geçti.
Fırtınalar kopuyor içimde,
asırlık çınarları söküp savuruyor. Cam çerçeve iniyor şiddetinden, canlı cansız
her şey seline kapılıyor. Birbiri ardına şimşekler çakıyor, gök gürültüsü göğü
yarıp paramparça edecek gibi. Koca kentleri dümdüz ediyor depremlerim. İri
dalgalar alıp denize katıyor süprüntülerini. Ta ki tek bir canlı sesi
duyulmayana dek.
Sonra insan içinde veya evde
yalnızken, fark etmiyor, dopdolu bir "of" çekiyorum nefes yerine. İçimdeki
fırtına bir solukta kaçıveriyor içimden. Saçma derecede yüksek "of" nidam,
karşısında yıkacak dağ bulamadığından boşlukta kaybolup gidiyor. Kaybolup
gittiği boşluğa öylece bakıp duruyorum, kaskatı, ifadesiz. Heyula gibi, vahşi
bir hayvan içimde pençeler savurmuş da ruhumla tenim arasından yol yol kanlar
sızıyormuş gibi. İşte öyle bir şey.
Diğer yanım bahar bahçe. Gülünce gözlerinin içi gülüyor, sevince bütün ağrılarım geçiyor. Öncesiz sonrasız ılık
bir an içinde yuva kuruyorum göğsünde. Tam kendi kadar bir yuva bulmuş, mutlu,
minik bir serçeden farkım yok. Baharda kuşlar gibiyim. Buradan ve bu andan
başka hiçbir şey yok gözümde. Yaralarım tuzum tuzum diyor, tuzla pansuman yapıyorum. On küsur yıl önce, “varlığının
bilincine varabilmek için acıya muhtaçtır” demiştim insan için. “Canı acımadıkça canını bilmeyen insanın damarlarındaki kan pekâlâ yaşam potansı olarak
yorumlanabilir” demiş, “akarak özgürleşmediği sürece o potansın gerçekleşmediği”nden
bahsetmiştim. Boyumu aşmışım amenna ama tümüyle haksız değildim. Canımın
yanmasından değil, yanmamasından korktum. Duymamaktan, duyumsamamaktan,
körleşmekten. Körlük şöyle dursun, gözlerimiz delip geçiyor birbirini. Canımız
yanarken onlar konuşup ağlaşıyor, sonra yine onlar gülüyor birbirlerine ışıldayarak.
Göğüs kafesimin içinde
büyütüyorum seni. Kafes dediysem mahpus değilsin elbet. Sana beyaz, temiz çarşaflardan bir yatak yaptım orada rahatça uykuya dalasın diye. Kim bilir, uykunda
kâbuslar gördüğün, çarpıp çırpındığın için ağrıyordur belki göğsüm. Sancım, sızım, kalp ağrım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder