Günler geçiyor. On iki gün oldu. Sayarsam kolay geçeceğine inandırdım kendimi. Henüz pek bir faydasını görmedim. Her gün vapura biniyor, işe gidip işten dönüyorum. Sabah kalabalıkla birlikte ilerleyip vapura binerken (hepten yapayalnız hissediyorum o anlarda), vapurdan inip otobüse yürürken bu çalıyor kulağımda. Bulut Aras'tan kazık yedikten sonra işine gücüne bakan, dolmuşa yetişip temizliğe giden Türkan Şoray gibi hissediyorum. Bunu ilk düşündüğümde sınıfsal duyarsızlıkla suçladım kendimi. Sonra bunun ortak kadın deneyimlerini baltalamasına izin vermek istemedim. Hâlâ çalıyor.
Gündelik koşturmacalar, stresler, sıkıntılar veya sıradan küçük diyaloglar sırasında "Ölmek istiyorum" diye geçiriyorum içimden. Kendimi öldüreceğimden değil ama istemek bedava. Dün ağzımdan çıkıverdi, "Ölüyorum" dedim Bezgin'e. Bu vesileyle üç yıldır bana yansıtmadığı öfkeyi çıkarıp attı içinden. Beni de çıkarıp atmak, hayatına devam etmek istiyor artık. Haklı. Bana bunca şey yapmış bir adama âşık olup ona olmadığım için kırgın, kızgın. Yine de beni bu şekilde itham ederek (?) paylaştığımız onca şeyi değersizleştirmesi kırdı beni. Hem de çok. Çok fazla. Sen de vur. Hatta toplaşıp vurun. Yere kapaklansam da vurmaya devam edin hatta. Ölmezsem cadı olduğuma kanaat getirirsiniz.
Radyoda şarkıya denk gelince sonuna kadar dinlemeden geçemiyorum ama hiç melodisi kadar neşeli geçmiyor günler. "Sızlamaz!" diye cevap veriyorum yine yüksek sesle. Sızladığını biliyorum oysa. Sadece yeterli değil (01:08:00). "Yapamıyorum" derken yükselen sesini aklıma getiriyorum hep. Hayatım o an orada son bulsaydı keşke. O an değil de o andan hemen önce aslında. Yine de şimdi yaşamaya devam edebilmek için tutunduğum yegane an o.
Yıllar sonra beni kırmayı başarmış olsa da Bezgin'i anlamamam mümkün değil. Hayat adil değil işte. Değil. Elimden hiçbir şey gelmiyor. Tanışmamızdan birkaç saat önce kafamda dönen düşünceler geri dönmeye başladı. "Mutlu olmayı hak etmiyorum belki de." Ne kadar saçma olsa da bir kere aklına girdi mi çıkmak bilmeyen bir düşünce. Oysa hayır, adamın biri mutlu olmaya yeteneksiz olduğu için yaşıyorum bunu. Bunu uğraşmaya değer bulmadığı için. Kıymet bilmezlik ne fena şeymiş. Kutsal kitap gönderecek olsam bir numaralı günah yapardım. Kendi kıymetimden bahsetmiyorum. Yaşamanın, sevmenin, paylaşabilmenin, dokunabilmenin kıymetinden bahsediyorum. Ama ben de fena sayılmam tabi. İyiyim bence. Bir boka yaramasa da.
1969 yapımı bir Yeşilçam filmi izliyordum bugün. Doktor Zhivago'nun müziğini kullanmışlar. Ona ağladım. Şimdi yüz bininci kere hangi filmi izlesem acaba? Selvi Boylum mu, Vesikalı Yarim mi yoksa Sevmek Zamanı mı... Sultan'ı belki ama Şener Şen'in Tultan dediği sahnelerde de ağlamak istemiyorum artık. Feminizme ihanet edip finale saklamak istiyorum kendimi. Bir Sadri Alışık açarım belki. Özledikçe izlerim diyordum, alnının iki yanından açılmış koyu kıvırcık saçlarını, şiir gibi uzanan favorilerini izlerim. Acıyla karışık. Keşke karışmasaydı hiç. Elbette her şey çok güzel olmayacaktı ama bok gibi olmasına da gerek yoktu. Aslında her zaman sevmek zamanı çünkü hayat çok kısa, ölüyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder