Paranoyak olman, izlenmediğin anlamına gelmez.
İzmit Değirmendere’nin Cumartesi pazarına gittik annemle. Pazarları seviyorum. Sosyolog olmasaydım da severdim. “Kara üzüm kan yapar…yersen” türünden, taze meyve sebze yığınlarının orasına burasına iliştirilmiş yazılara belli belirsiz tebessüm ederek ve insanları istem dışı inceleyerek ilerlediğim pazarda annem durunca duruyorum. Yarım kilo bamyanın şeffaf poşete girişini izliyorum. Alkollü içecekler siyah poşete girer…yersen. Ne kadar? Beş lira abla. Çüş! Annemin uzattığı parayı alırken benim afalladığımı gören satıcı bir şey söyleme gereği hissediyor: “Fiyatlar artınca daha çok alıyor insanlar, kimsenin gıkı çıkmıyor…” O sırada gürültüyle bir tanıdığa rastlayan annemin ilgisi yer değiştirince satıcı, havada asılı kalan sözlerini kıp diye kesmekle beni muhatap almak arasında bir saniye bocaladıktan sonra bir şeye benzetebilmiş olacak ki beni muhatap belleyerek devam ediyor sözlerine. Şişman, siyah tişörtlü, ensesinin altına gelen koyu kahverengi düz saçları yağlı, dikdörtgen gözlüklerinin çerçevesi metal olan adamın tezgahın gerisinde topallayarak yürüdüğünü fark ediyorum. Tezgahın üstünden hafifçe bana doğru yaklaşıp elleriyle ağzını gayet ihtiyari kapatarak ve olabildiğince kısık kısılmış kıstırılmış bir sesle: “Bak yine o kazandı” diyor. Bunu muzaffer bir edayla mı yoksa bozguna uğramış gibi mi söylediğini bir an kestiremesem de yüz ifadesinde zafer emaresi yok, kibir yok. Zaferden ve bozgundan evvel korku seçiliyor her halinden. Ağzından çıkanların, kulağımın duyması için kat edecekleri mesafeyi en aza indirgemek tedbir olarak yetersiz geldiğinden eliyle de ağzını örtmesi; toplumsal muhalefetin, toplumda muhalif olmanın geldiği noktayı gösteriyor bana.
Adam haklı beyler, bir köyde iki muhtar olmaz. Köy gibi, hatta aşiret gibi yönetilen ülkeye muhtardan, ağadan gayrisi fazla gelir zaten. Ya ne olacaktı? Müstahakçı değilim.Vatan Cephesi, Tahkikat Komisyonu vesaire halt etmiş. Bir Gün Tek Başına’yı okurkenki inanamazlığım geliyor aklıma… gülüyorum.
Çömelen adam tarihsel bir döneme ya da coğrafi bir bölgeye ait değil. Ekseriyetle otogarların duvar diplerinde görülebilmekle birlikte çömelen adam her yerde. Başını ellerinin arasına almış ya da kollarını –vücudunun dengesine ince ayar hesabı- diz kapaklarından destek alarak yere paralel uzatmış olabilir. Çömelen adamı izledim geçen gün, etrafını azgın bir köpek çetesi sarmış gibi ürkekti bakışları. Köpekler saldırmasın, ona zarar vermeden geçip gitsinler ister gibiydi. Değil mi ki metaforla kafa göz yarmak bedava, belki de sahiden bunu istiyordur. Bir daha baktım adama, o zaman gördüm. Leş gibi kokan, kalın tüyleri kurumuş çamura bulanmış; keskin dişlerinden, tırnaklarından kan damlayan onlarca aç köpek adamı çepeçevre sarmış; cebindeki tüm parayı, damarlarındaki tüm kanı istiyor ve almadan da gitmeyecekler. Adam, çömelince saldırmazlar diye düşünüyor ama köpekler biliyor, adam ne kadar çömelirse çömelsin onlar kadar alçalamayacağını.
“Doğru-yanlıştan bahsetmiyorum, yapmaktan bahsediyorum. Adamlar yapıyor” dedi sol kökenli, liberal AKP’li hoş kadın. Tanıdığım en hoş kadınlardan biri olduğu için inatla bir derinlik bir anlam aradım söylediğinde. Yapıp etmenin alanına girdiğimizde doğru-yanlış, haklı-haksız ayrımları yok mu oluyor? İdeolojinin geçemediği kapı, giremediği oda mı var? Gündüz vakti Mecidiyeköy’de yürürken elbisemin göğüs kısmına tükürüp “Ramazan’da böyle giyinmeye utanmıyor musun?” diyen adamdan, barın önünde sigara içen kalabalığa arabayla geçerken biber gazı sıkan adamdan farklı düşünmeyen adamlar iktidara gelince yolumu yaptıkları için minnettar mı olmalıyım? Şiddetin her türlüsüne hiç olmadığım kadar açık hedef olduğum, yaşam alanlarım gün be gün daraltıldığı, yiyip içmekten fikir beyan etmeye kadar her türlü özgürlüğüm sökülüp alınmaya çalışıldığı için ve bunlar, itinayla budanan gençliği “korumak” adına yapıldığı için müteşekkir mi olmalıyım? Doğru-yanlışı veya haklı-haksızı, yapmaktan ayırmak nasıl mümkün olabilir? Mesela Ankara’yı devasa bir ucubeye çevirdiği için, bunu yaptığı için kime teşekkür etmem lazım acaba? “Adamlar yapıyor”, doğru, hem de hayatımızın tam orta yerine.
Baştan başlayayım, ben sevmem ve yemem ama fiyatını bilirim; burada kilosu 5 liraya düştü. Sİzin o pazarcı fena kazıklamış.:)
YanıtlaSilGöbeğini kaşıyan, bidon.. Şimdi de çömelen adam. GÖrmesinler, hah birisi de çömelen adam dedi diye başlarlar. Çömelmek-kubur- kafamıza üçgeninden bağlantı kurma yetenekleri üst düzeydedir.
Bu ülke, ben bildim bileli 3-5 kenti dışında ağırlıklı olarak mufazakar ve tahakkümer bi topluluktan oluşmaktadır. İnatla ısrarla bunu söylüyorum yıllardır. Eskiden boş boş bakarlardı şimdi şimdi anlmaya başladılar.
Muhafazakar-dır en soldaki insanı bile. Tahakkümerdir. Ne tükürmesi, döver sokağa atar acımaz. Türkiye sadece İstanbul ya da İzmir değil, anlatamıyordum insanlara, sonunda öğrendiler. Ne zaman, nasıl oldu.. Bir zaman ve bir şekilde oldu. Ne kesin tarih verebilirim ne de olay. Elli- altmış yıllık bir geçmiş değil çok çok daha eski. Döndü dönüştü, çünkü toprak kurudu verimsizleşti. İnsan yetişmiyor artık bu topraklarda. Artık sadece her yerdeler ve iktidardalar. O yüzden, olmayan sınırlarla çizilen bu alanları savunmak ya da kormak mümkün değil.
Adamlar yapıyor..Haklı, yapıyor. Hoş olması, boş olması sonucunu ortadan kaldırmıyor. Ben bildim bilelinin lafıdır o. Eskiden sağ iktidarlar yapar sol düzeltir denirdi. Bizde de benzer bir laf vardı. Şimdi bu var: Adamlar yapıyor.. Bunlara BBC nin belgesellerini izletmek lazım diyeceğim ama yine de aynı şeyi söyleyecekler: Adamlar yapıyor.. Ötekiler de döviz krizi ve borsanın çöküşünün arkasında Ergenekon arar. Hani Ece sordu ya ne zaman olduk biz böyle diye.. Olduk işte, olduktan sonra zamanının ne önemi var..
İçinde yaşadığım 100 kişilik toplumun 99'u muhafazakar olup, olmayan bir ben kalsam da "ha tamam o zaman" deyip yoluma devam etmeyeceğimi, edemeyeceğimi biliyorsunuz. Benimki de bir tür kendi değerlerimi muhafaza etmek. "Aaa ne güzel devrim yapıyorduk, ne oldu şimdi" gibi bir durum yok, o yüzden şaşkınlıktan ziyade öfke duyduğum. İnsan içinde yaşadığı toplumun muhafazakarlığını çok iyi analiz edebilse bile tahakküme tepki gösterebilir, göstermeli de. Anlamak, sessiz kalmaya yetmiyor, yetmemeli.
YanıtlaSilEtme zaten.. Sanırım teslimiyetçi bir anlam çıkmış benim yorumdan.. Perde arkasında kalanın artık ortalığa dökülmesinin rahatsızlığı olabilir ama teslimiyet asla. Anlamda eksik kalan bir de toprağın kuruması: Anadolu öyle bir coğrafyaydı ki geleni reddetmez kendi evladı sayardı. Yerli ile yeni yepyeniyi üretirdi. Adı da uygarlık-tı. İnsanlık-tı. İşte nasıl oldu neyle olduysa olan o topraktaki bu hamura oldu.
YanıtlaSil