18 Eylül 2016 Pazar

Christmas in July (1940, Preston Sturges)

                         "Unhappy the land that needs miracles."

Preston Sturges'ın The Great McGinty'den (1940) sonra hem yazıp hem de yönettiği ikinci film olan Christmas in July yönetmenin görece gözden kaçan filmlerinden biri. Filmin senaryosu Sturges'ın 1931'de yazdığı "A Cup of Coffee" isimli bir tiyatro oyununa dayanıyor. Oyun ancak yazılmasından elli yedi yıl, Sturges'ın ölümünden ise yirmi dokuz yıl sonra sahneye konmuş.


Seçim öncesinde sempatik görünsün diye kucağına bebe tutuşturulmuş başkan adayı suratıyla Preston Sturges.

Yalnızca 67 dakika uzunluğundaki film bana kalırsa incelikli bir kapitalizm eleştirisi. Dick Powell ve Ellen Drew sevişen genç bir çift rolünde. Aileleriyle birlikte aynı yoksul mahallede, aynı binada yaşıyorlar. Yanılmıyorsam İrlanda göçmenleri. Evlenmek istiyorlar ama para yok. Adam mütemadiyen ödüllü yarışmalara katılıyor ama kazanamıyor. Filmin başında bu defa da bir kahve şirketinin sloganını belirlemek için açtığı yarışmaya katıldığını ve milyonlarca insan gibi yarışmanın kazananını öğrenmek için radyoya yapıştığını görüyoruz. Evet, milyonlarca insan. Buhran Dönemi etkisini sürdürmeye devam ediyor. Umutlar lotaryada, yarışmada. Birincilik ödülü 25 bin dolar (2014 yılında 420 bin dolara denk geliyor). Bugünkü 25 bin dolarla alakası olmadığını, arkadaşlarının eşek şakası yüzünden yarışmayı kazandığını sanan Jimmy MacDonald'ın giriştiği alışveriş çılgınlığından anlıyoruz. Kendine bir takım elbise dışında bir şey almayan kahramanımız bütün mahallenin çocuklarına oyuncak alırken Hollywood'da adeta mutlu küçük yeşil çamlar bitmeye başlıyor. 



















Köşeyi dönmek isteyen yoksul genç ve sinirli küçük kapitalistlerin iki dudağı arasında oyuncak olan hayatı... O kadar karanlık ki göz kamaştırıyor. Kolay içilsin diye şeker basılmış bir öksürük şurubu gibi film. Şaşkın kapitalistler, onlara karşı yoksulun yanında saf tutan ve hatta "Sen kendini Hitler mi sandın ibiş" diye posta koyan polisler, herkesin birbirini tanıdığı mahallede esen bayram havası ve elbette kurtulmak için onca debelenilen yoksulluğu sistemle ilişkilendirmeyip, yine o sistem içinde yırtma umudu, o umut ışığını lütfeden patronlara bin bir minnet ve verilen umudu geri aldıkları zaman da gereğinden fazla sükunet ve tevekkül. Frank Capra, filmi izlediğinde "bunu ben çekmeliydim" demiş midir acaba? Bunu yalnız ben demiyorum, filmin gösterime girmesinden yaklaşık üç hafta sonra Bosley Crowther da Capra'yı anmış



Sattığı malı geri almak için mahalleyi basan kapitalik "herkesi tutuklamanızı istiyorum!" diye höykürünce ona "oldu canım, sen kendini Hitler mi sanıyorsun" diyen polisin bulunduğu sahne. Ardından diğer kapitalik de mahalleye intikal edip aynı talepte bulunduğu zaman ona da Mussolini diye hitap ediyor. Takvim yaprakları 1940 sonbaharını gösteriyor. 

Filmde Jimmy MacDonald'ın annesinin de nişanlısının da ortak sayılabilecek bir hayali var. Annenin hayali, açıldığında iki kişilik yatak olabilen bir çekyat kanepe, bir Davenport. Jimmy tarafından, ancak çocuk doğurana kadar çalışacağı öngörülen sevgilinin hayali ise tek göz bir evin dört odalı bir daireymiş gibi kullanılmasına olanak tanıyan, orasından şömine, burasından küvet çıkaran bir eşya. Açıkçası Buster Keaton'ın The Scarecrow (1920) filminde gösterilen "çok işlevli"o müthiş evi anımsattı bana. Hatta Keaton filminde küvet olabilen bir kanepe de vardır. Kanepe mevzu ilginç burada, her iki filmi birden kast ediyorum. Yoksulluğun içinden çıkılamadığı için yaratıcı çözümlerle o yoksulluğu baypas etmek anlamına geliyor. "Tek göz ev dört odalı bir daireymiş gibi" oluyor ama dört odalı bir daireye erişilemiyor. Vefakar cefakar kadınların hayal gücü ancak bir kanepe kadar açılabiliyor. Diyorum, bu adamın komedileri benim içimi acıtıyor. Bu arada tuşlara basınca orasından burasından bir şeyler çıkan kanepenin tasarlanmasında Preston Sturges'ın da parmağı var. Olmasa şaşardım.


Kadın haftada 18 dolar kazanıyor, adam haftada 22 dolar kazanıyor ve elimizde görmüş olduğunuz şu kanepe ise yalnızca 198 dolar bayanlar baylar ve bunda hiçbir problem yok.
Reklam sektöründe çalışanların bilhassa ilgi çekici bulacağını düşündüğüm filmin başından sonuna kadar tekrarlanan, MacDonald'ın kahve şirketi için bulduğu reklam sloganı: "If you can't sleep at night, it isn't the coffee, it's the bunk" (eğer geceleri uyuyamıyorsanız nedeni kahve değil, ranzadır). Jimmy filmin başından sonuna kadar bunun neden iyi bir slogan olduğunu açıklıyor. Viyanalı bir doktor tüm fikirlerin batıl inanç olduğunu söylüyormuş. Kahvenin insanları uyanık tutması da öyle bir şeymiş. Gece uyuyamayan insanlar zaten sinirleri bozuk insanlarmış ve elbette suçu başka bir şeye, bu durumda kahveye atmaları gayet doğalmış. Jimmy MacDonald'ın sloganı bilimsel (!) olmakla kalmıyor, aynı zamanda kelime oyunu da içeriyor. İlk anlamı ranza olan bunk sözcüğünün ikinci anlamı da saçmalık. Yani diyor ki uykusuzluğunuzun nedeninin kahve olması saçmalık, yok öyle bir şey. Kahvemize bok atmayın, bize para verin, kahvemizi alın. 


Sinirli küçük kapitaliste kükreyen Mr. Bildocker rolünde Sturges'ın gedikli kadrosundan William Demarest (1892-1983)

Preston Sturges'ı sevmemin nedenlerinden biri de bu kelime oyunları olabilir. Mesela Franklin Pangborn'un canlandırdığı radyo sanatçısı Don Hartman (Paramount'un yazarlarından birinin adı) milyonlarca insanın beklediği haberi ilan edemediği zaman ortamı yumuşatmak için programı "cellat ipi bulamadığında mahkumun söylediği gibi 'No noose is good noose'" diye bitiriyor. Kulağa "no news is good news" (haber olmaması iyi haberdir) gibi gelen cümle aslında "en iyi ilmik olmayan ilmik" gibi bir anlama geliyor. (Pun'lardan manyakça keyif alanlar online mı?)


"He Jimmy, he"
"Anni?"
Bu arada Jimmy filmin başında kadına sloganı anlatmaya çalışırken öyle kaba davranıyor ki filmin geri kalanında kendisine karşı sempati besleyemedim. Hatta Jimmy'ye katlandığı için kadına da besleyemedim. Ancak parayı bulduktan sonra sinirler yatışıyor, nezaket hatırlanıyor. Sturges bunu kasten yapmış olmalı. Stres altındayken en yakınındakine, mümkünse kadına esip kükremek. Ah orada "He Jimmy, he" diye adamı eyleyeceğine oklavayla kovalayacaksın, bak sinir stres kalıyor mu. Sanki bir onun hayatı zor. Çamaşırını anası yıkıyor, yemeğini anası önüne koyuyor. Bir işe gitmek mi zor geliyor. E nişanlın hem seninle aynı işte çalışıyor hem de ev işlerini yapıyor? Kadına bir terslenmeler, bir küçümsemeler, bir aptal muamelesi. Preston Sturges'ı seviyorum ama senaryolarında kadına yaklaşımıyla sorunum var, kesinlikle var. Dönemin baskın yaklaşımını yansıtıyor mu yansıtıyor, amenna fakat bu sorun etmeyeceğim anlamına gelmiyor. Esip kükreyen adam karşısında pısık pısık alttan alan kadın görmeye dayanamıyorum. Ama bir parası olsun, bak o zaman ona evler arabalar alacakmış. Alma eksik olsun. Sen o ağzını bir topla, başka ihsan istemez cimicip. 


Director cameo: Ayakkabılarını boyatırken son dakika penaltısını dinler gibi radyoya kitlenen bıyıklı Preston Sturges.

Mr. E.L. Waterbury: I used to think about $25,000 too, and what I'd do with it. That I'd be a failure, if I didn't get a hold of it. And then one day I realized that I was *never* gonna have $25,000, Mr. MacDonald. And then another day... uhh... a little bit later - *considerably* later - I realized something else - something I'm imparting to you now, Mr. MacDonald. I'm not a failure. I'm a success. You see, ambition is all right if it works. But no system could be right where only half of 1% were successes and all the rest were failures - that wouldn't be right. I'm not a failure. I'm a success. And so are you, if you earn your own living and pay your bills and look the world in the eye. I hope you win your $25,000, Mr. MacDonald. But if you shouldn't happen to, don't worry about it. Now get the heck back to your desk and try to improve your arithmetic.

***


Raymond Walburn (1887-1969)
Dr. Maxford: I wish they died a lockjaw. What good are these contests anyway? They interrupt the entire organization - they make ya millions of enemies - and all they prove is you're making too much money in the first place, since you can afford to toss a large chunk to some sap head who probably never had a cup of your coffee in his life but lives on goat's milk.




***



Ernest Truex (1889-1973)
Mr. J.B. Baxter: I'm no genius. I didn't hang on to my father's money by backing my own judgment, you know. I make mistakes every day. Sometimes, several times a day. I have a whole warehouse *full* of mistakes. I should say it *would* make a difference. You see, I think your ideas are good, because they sound good to me. But I know your ideas are good, because you won this contest over millions of aspirants.



***



Ellen Drew (1915-2003)
Betty Casey: It is practical, Mr. Baxter. It's the most practical idea you ever had. He belongs in here because he thinks he has ideas. He belongs in here until he proves himself or fails and... then... someone else belongs in here until he prove himself or fails and somebody else after that and somebody else after him and so on and so on for always. Oh... I don't know how to... put it into words like Jimmy could, but... all he wanted, all any of them want is a - is a chance to show - to find out what got while they're still young and burning like a short cut or a stepping stone. Oh, I know they're not gonna succeed, at least most of them won't, they'll all be like Mr. Waterbury soon enough, most of them, anyway. But they won't mind it. They'll find something else, and they'll be happy, because they had their chance. Because it's one thing to muff a chance once you've had it... it's another thing never to have had a chance. His name's already on the door.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder