"İyi madem, bundan da eksik kalmayayım" diye kalktım gittim. Nitekim bu da bir yönetime katılım biçimidir. Sonradan söyleneceğine kalk da sorumluluk al. "Nasıl olsa" ve "bir şekilde" kabul edilemez. Al sana praksis. Kıçını kaldırıp bir şey yapmaktan âlâ praksis mi olur!
Doktora tez önerimde, devletin siyasi geleneği kendisine yönelik gelişen siyasi aktivizmin yapısını belirler gibi -eminim benden başka kimsenin aklına gelmemiş!- bir kelam ediyorum. Mevzubahis siyasi geleneğin sadece aktivizm değil bir çok alanda tezahürleri olacağını beklemek de yine eminim benim gibi akıllılara mahsustur. Öte yandan bu apartman toplantısındaki naçiz katılımcı gözlemimi -bağımsız olabileceğini zinhar düşünemeyeceğim halde- yalnızca devletin siyasi geleneğinin bir tezahürüne indirgemek büyük haksızlık olur. Toplum kavramının varlığı bir ön kabul olmak üzere, bu toplumun gerçekten çok belirgin bazı özelliklere sahip olduğunu bir kere daha gördüm. Çömez bir sosyolog olduğum gerçeğini göz önüne alırsak, görmelere doyacağımı da pek zannetmiyorum.
Akşam 8:30'daki toplantıya sırf ilk olacağı için ürkekliğimden 10 dakika geç gittim. Topu topu 7 kişiydik zaten. Fakat ben gelene kadar yeni yönetici ve denetçileri seçilmişti bile. Bir vekilim olduğunu da böylece öğrenmiş oldum. Hatta 70-80 yaşlarındaki bu self-proclaimed vekilim amca yeniden yönetici seçilmiş. Ben intikal ettikten sonra alınan bir kaç kararla birlikte bunun da altına ve yanlış yazılan ismimin altında bana ayrılmış o güzide yere imzamı attım. İmzalar atıldıktan sonra birer ikişer kalkıldı. Çay mı güzel gitti, yoksa sahiden apartman teyzesi mi oldum bilmiyorum, ben kaldım. Şimdi düşünüyorum da içgüdüsel bir şey olmalı. Zira son kalanların dedikodu yapacağı gün gibi aşikardır ve ben dedikoduyu sosyolojik olarak çok ciddiye alırım.
Tarz olarak Cafer'i aratmayan kapıcımız H. Teyze'yi de yandaş bellediğimden olacak bir elimde anahtarım, bir elimde telefonum, ayağımda terlikler, daha önce hiç gelmediğim bu evde bacak bacak üstüne atmış, köşeme oturmamış resmen kurulmuştum. Kendimi nasıl kaptırmışsam "ay hadi bir tane daha içeyim" demem yetmezmiş gibi "size zahmet olmasın" diyerek ev sahibesini mutfağa kadar takip edip kendi çayımı kendim bile aldım. İşte bundan sonraki bir kaç dakika boyunca H. Teyze, ev sahibesi ve ben, kendimizi beylerin muhabbetinden soyutlayıp uzun uzun "kritik" yaptık. Bir saat içinde ne kadar yüz bulmuşsam, "kritik?!" diyerek gülmeyi ve hatta güldürmeyi başardım. "Atma ablacım, dedikodunun adı ne zamandan beri kritik oldu" dememe ramak vardı ya, economy of words candır.
Bundan sonrası muhteşem. Toplantı da yönetim de öyle doğru ki bir ben mi eğri kalacağım dedim. Eksik kalanın canı çıksın dedim. Kızım ayşec., sen bu toplumun yetiştirmiş olduğu bir kadınsın. Bir elinde anahtar, bir elinde telefon, küçükken anneannenin günlerinde gördüğün hanımefendiler gibi usturupluca da bacak bacak üstüne atmış, ayağına büyük gelen terlikleri sallanmadan tutabilen bir teyzesin şu an. Yardır git, neyin eksik. "Benim üst komşum da..." diye başlayan cümlemin başına "ayol" koysam giderdi. Öyle bir edayla aldım sazı. Neticede dedikodu, bir kadının yetkinliğini diğer kadınlara kanıtlaması gereken alanlardan biridir. Gene de suyunu çıkarmadan, işi cazgırlığa vurmadan, "isteyince ben de yapabiliyorum ama yaptırmasanız daha iyi" mesajını verdikten sonra çayımdan bir yudum daha alarak sustum.
Televizyonda NTV haberin açık olması, daha kapıdan içeri girdiğim an er ya da geç ve iyi kötü bir siyaset muhabbeti döneceğinin habercisiydi. İşte o zaman kesin tüyerim diyordum ama tüymek bir yana hinliğimden muhabbeti kendim açtım: "Bahçeli de Gül'le görüşmeyi reddetmiş". Lafı ortaya attıktan sonra hanımlarla gülüşmeye dalmışken "siz ne düşünüyorsunuz" sorusunun gelmesi ve "dinlemiyordum" dediğim halde özet geçilip, sorunun yeniden yönlendirilmesi "hiç germedi" dersem yalan olur. Muhabbetin daha en başında siyasi tercihler ortaya konmuş olsa da neme lazım. CHP-AKP ekseninde kalsa iyi, bağımsızlar konusu tehlikeli. Nitekim H. Teyze'nin tüyler ürpertici kimi yorumları karşısında sessiz de kalamadım. Cafer Teyze ben öyle çıkışınca üstelemedi.
Hülasa, çaylarımızı höpürdeterek bir demokrasi piyesine daha seyirci kalmış olduk. Benim bulunmadığım 10 dakika içinde değil, çok daha öncesinde, denetçiyle eski yönetici arasında karar verilmişti yeni yöneticinin kim olacağına. Halihazırdaki yöneticinin evine gelir gelmez de bu bir seçim sonucu gibi lanse edilmiş ve bu ön kabulle devam edilmişti toplantıya. Vekilimin, ilkokuldaki yaramazlıklarımı anlatarak vermeye çalıştığı "ben bu kızın cemaziyülevvelini bilirim" pası tribünlerdeki havaya bakılırsa gol olmamıştı. Evet bir dönem ilkokula gitmiş ve kimi yaramazlıklara imza atmış olabilirim ama şimdi 26 yaşındayım ve -en azından şu tabloya bakarak- asıl temsili demokrasinin yaramaz olduğu kanaatindeyim. Zira, kapalı kapılar ardında önceden yapılan seçimlerin altına imza atmanın neresi demokrasi, neresi yönetime katılım bilmiyorum. Tek yol devrim mi ne.
Doktora tez önerimde, devletin siyasi geleneği kendisine yönelik gelişen siyasi aktivizmin yapısını belirler gibi -eminim benden başka kimsenin aklına gelmemiş!- bir kelam ediyorum. Mevzubahis siyasi geleneğin sadece aktivizm değil bir çok alanda tezahürleri olacağını beklemek de yine eminim benim gibi akıllılara mahsustur. Öte yandan bu apartman toplantısındaki naçiz katılımcı gözlemimi -bağımsız olabileceğini zinhar düşünemeyeceğim halde- yalnızca devletin siyasi geleneğinin bir tezahürüne indirgemek büyük haksızlık olur. Toplum kavramının varlığı bir ön kabul olmak üzere, bu toplumun gerçekten çok belirgin bazı özelliklere sahip olduğunu bir kere daha gördüm. Çömez bir sosyolog olduğum gerçeğini göz önüne alırsak, görmelere doyacağımı da pek zannetmiyorum.
Akşam 8:30'daki toplantıya sırf ilk olacağı için ürkekliğimden 10 dakika geç gittim. Topu topu 7 kişiydik zaten. Fakat ben gelene kadar yeni yönetici ve denetçileri seçilmişti bile. Bir vekilim olduğunu da böylece öğrenmiş oldum. Hatta 70-80 yaşlarındaki bu self-proclaimed vekilim amca yeniden yönetici seçilmiş. Ben intikal ettikten sonra alınan bir kaç kararla birlikte bunun da altına ve yanlış yazılan ismimin altında bana ayrılmış o güzide yere imzamı attım. İmzalar atıldıktan sonra birer ikişer kalkıldı. Çay mı güzel gitti, yoksa sahiden apartman teyzesi mi oldum bilmiyorum, ben kaldım. Şimdi düşünüyorum da içgüdüsel bir şey olmalı. Zira son kalanların dedikodu yapacağı gün gibi aşikardır ve ben dedikoduyu sosyolojik olarak çok ciddiye alırım.
Tarz olarak Cafer'i aratmayan kapıcımız H. Teyze'yi de yandaş bellediğimden olacak bir elimde anahtarım, bir elimde telefonum, ayağımda terlikler, daha önce hiç gelmediğim bu evde bacak bacak üstüne atmış, köşeme oturmamış resmen kurulmuştum. Kendimi nasıl kaptırmışsam "ay hadi bir tane daha içeyim" demem yetmezmiş gibi "size zahmet olmasın" diyerek ev sahibesini mutfağa kadar takip edip kendi çayımı kendim bile aldım. İşte bundan sonraki bir kaç dakika boyunca H. Teyze, ev sahibesi ve ben, kendimizi beylerin muhabbetinden soyutlayıp uzun uzun "kritik" yaptık. Bir saat içinde ne kadar yüz bulmuşsam, "kritik?!" diyerek gülmeyi ve hatta güldürmeyi başardım. "Atma ablacım, dedikodunun adı ne zamandan beri kritik oldu" dememe ramak vardı ya, economy of words candır.
Bundan sonrası muhteşem. Toplantı da yönetim de öyle doğru ki bir ben mi eğri kalacağım dedim. Eksik kalanın canı çıksın dedim. Kızım ayşec., sen bu toplumun yetiştirmiş olduğu bir kadınsın. Bir elinde anahtar, bir elinde telefon, küçükken anneannenin günlerinde gördüğün hanımefendiler gibi usturupluca da bacak bacak üstüne atmış, ayağına büyük gelen terlikleri sallanmadan tutabilen bir teyzesin şu an. Yardır git, neyin eksik. "Benim üst komşum da..." diye başlayan cümlemin başına "ayol" koysam giderdi. Öyle bir edayla aldım sazı. Neticede dedikodu, bir kadının yetkinliğini diğer kadınlara kanıtlaması gereken alanlardan biridir. Gene de suyunu çıkarmadan, işi cazgırlığa vurmadan, "isteyince ben de yapabiliyorum ama yaptırmasanız daha iyi" mesajını verdikten sonra çayımdan bir yudum daha alarak sustum.
Televizyonda NTV haberin açık olması, daha kapıdan içeri girdiğim an er ya da geç ve iyi kötü bir siyaset muhabbeti döneceğinin habercisiydi. İşte o zaman kesin tüyerim diyordum ama tüymek bir yana hinliğimden muhabbeti kendim açtım: "Bahçeli de Gül'le görüşmeyi reddetmiş". Lafı ortaya attıktan sonra hanımlarla gülüşmeye dalmışken "siz ne düşünüyorsunuz" sorusunun gelmesi ve "dinlemiyordum" dediğim halde özet geçilip, sorunun yeniden yönlendirilmesi "hiç germedi" dersem yalan olur. Muhabbetin daha en başında siyasi tercihler ortaya konmuş olsa da neme lazım. CHP-AKP ekseninde kalsa iyi, bağımsızlar konusu tehlikeli. Nitekim H. Teyze'nin tüyler ürpertici kimi yorumları karşısında sessiz de kalamadım. Cafer Teyze ben öyle çıkışınca üstelemedi.
Hülasa, çaylarımızı höpürdeterek bir demokrasi piyesine daha seyirci kalmış olduk. Benim bulunmadığım 10 dakika içinde değil, çok daha öncesinde, denetçiyle eski yönetici arasında karar verilmişti yeni yöneticinin kim olacağına. Halihazırdaki yöneticinin evine gelir gelmez de bu bir seçim sonucu gibi lanse edilmiş ve bu ön kabulle devam edilmişti toplantıya. Vekilimin, ilkokuldaki yaramazlıklarımı anlatarak vermeye çalıştığı "ben bu kızın cemaziyülevvelini bilirim" pası tribünlerdeki havaya bakılırsa gol olmamıştı. Evet bir dönem ilkokula gitmiş ve kimi yaramazlıklara imza atmış olabilirim ama şimdi 26 yaşındayım ve -en azından şu tabloya bakarak- asıl temsili demokrasinin yaramaz olduğu kanaatindeyim. Zira, kapalı kapılar ardında önceden yapılan seçimlerin altına imza atmanın neresi demokrasi, neresi yönetime katılım bilmiyorum. Tek yol devrim mi ne.