İhtimamla sürdüğüm bordo ojeyi tırnak kenarlarıma bulaştırdığım için ağlamak geldi içimden. Çünkü biliyorsunuz ya, bordo oje sürmek ihtimam gerektirir. Ellerim annemin ellerine, tırnaklarımın uzayış şekli anneanneminkine benziyor. Bense kendine ait bir hikaye edinmek için çırpınan bambaşka bir kadın. Bazen aynaya uzun uzun bakıp kendimi görmeye çalıştığımı söylemiştim ya? Ellerime…ellerime de öyle bakarım bazen. Bana beni, bana bir şeyleri anlatacaklar gibi gelir. Gözler kadar olmasın konuşkandır eller, habire anlatırlar…anlarsan. Ben bu ara pek bir şey çıkaramıyorum.
Ellerime bakıyor ve ojeyi düzgün süremediğimi görüyorum sadece. İç sesim suçlayıcı: Neyi becerebiliyorsun ki zaten, ne sürmeyi ne sürdürebilmeyi. Bir aynadaki yüzüme, bir ellerime bakıyorum. Ne olacak? Nasıl olacak? Ne yapacağım, ne yapmalıyım? Kafamın içi kazan gibi, günlere yaydım düşünmeyi. Geçmişe bakıyorum, ondan başka kim bana daha iyi bir cevap verebilir? Geçmiş, tekerrüre meyilli; geçmiş, tekerrüre direnişte. Öğrendiklerim yalnızlaştırıyor; birleştiriyor öğrendiklerim. Bir cevap olmak dışında her boka yarıyor yani.
Ellerin aksine kırgınlıklar suskundur. Bağırıp çağırmaz, yerlerini belli etmezler. Çoğalırken derinleşirler sanki. Bir hastalık gibi hissettirmeden yayılır, yerleşirler bedene. Sonra sök sökebilirsen, sök at.
Hafıza-i beşer hatırlayışla malul bence, nisyan bir lütuf. Nisyan, devam etmek için güç, arzu, istek. İstek…isteyen insan her şeye muktedir, öyle olmalı. Öyle olmalı… Heder oluruz yoksa. Heder olmak için daha erken. Ne için çok geç ki zaten? Olmamalı, hiçbir şey için çok geç olmamalı hayatta. Kafamın içi kazan gibi, kalbimde bir ağrı.