5 Kasım 2013 Salı

Kıskançlık

Günlerdir kafamı kurcalıyor. İlkin ne olduğunu bile anlamadım. Yalnızca birkaç kez uzaktan gördüğüm ama gidip tanışmadığım, adını sormadığım, bilmediğim biri gibi. Hem tekinsiz hem de aşağılık bir şey. Tanımıyor, tanışmak da istemiyorum. İstemiyordum. Kendimle verdiğim savaşlarda hep yenilirim.

Vücudumun gözle görülür bir yerinde büyükçe bir sivilce baş göstermiş, ardından patlamış ve hızla akan cerahatin önünü alamamışım gibi. “Önünü alamamak” ifadesini tercih etmem bunu irademe bir tehdit olarak gördüğüme işaret ediyor. Her şeyden önce bu bir irade meselesi ve iradem bununla baş etmekte yetersiz kalıyor.

Cerahat demişken… Tiksinme eşiğim oldukça yüksektir fakat bu cerahat, kendi bedenimden çıkan bu pis kokulu yapışkan sıvı midemi bulandırıyor. Uzun zaman kapalı kalan bir ceset gibi kokuyor. Tiksinti dolu bakışlarımla karşılaşınca gözlerimi kaçırıyorum aynadan. Bu ben olamam.

Lise bitene kadar ilişkim olmadı. Bu, ortaokul ve lise hayatım boyunca sınır tanımayan çılgın bir aşk hayatım olduğu anlamına gelmiyor. Olanlar vardı. Benim yoktu. Derslerde kitap okuyan ve resim atölyesinden çıkmayan kızdım ben. Hiç çekici değildim, oğlanların beni sevmemesine şaşmamalı. Oysa ben tanıdığım bazı oğlanları kafamda kura kura kahramanlara dönüştürüp onları çok sevdim. Bu benimle ilgili bir şeydi, bilmelerine ve her şeyi bozmalarına ihtiyacım yoktu.

İlk sevgilimden bu yana tam on yıl geçmiş. Bu on yıl içinde akmaz kokmaz platonik aşkları özlediğim zamanlar oldu ama arzu edilme arzusu hep baskın çıktı. Yani hayatımın ilk on sekiz yılı sevmekle, izleyen on yıl ise sevilmenin tadını çıkarmakla geçti. Baktım çıkmıyor, sevgi arsızı oldum çıktım. Sevilmeyi çok sevdim ama ilişkideki mülkiyet esasından, sahiplenmelerden hiçbir zaman hoşlanmadım. Birine ait olmak, birinin olmak fikri hiç de romantik gelmedi. Zilyon tane açık ilişki yaşamadım ama iyelik kipini güvenli bir mesafede tutmaya çalıştım.

Kısaca kıskanmadım, kıskanılmaktan da hoşlanmadım. Kıskanmak fiili bana kıskacı çağrıştırıyor ve mülkiyet esasının bir uzantısı olduğunu düşünüyorum. “Bana aitsin ve öyle kalmalısın” gibi bir şey söylüyor. Ben de o duyguya dönüp “değilim ve olsam bile bu konuda senin yapabileceğin hiçbir şey yok” diyorum.

Şimdi görüyorum ki aslında ben de herkes gibiyim. Oysa bugüne kadar değildim. Bu denli su yüzüne çıkan, yüzleşmem gereken bir şey olmadı bu. Güvenli bir derinlikte tuttum, hatta tamamen boğulup gitmesi için kafasına bastırdım. Ehlileştirdim. “Modern”, “geniş” ve “rahat” tabir edildim. İşin doğrusu kıskançlığa kafam basmadı pek. Birini kıskanmak için kişinin özsaygısı, özgüveni yerlerde olmalıydı; kendiyle bir sorunu olmalıydı. Yediremedim kendime, yakıştıramadım.

Tiksintiyle baktığım cerahati tanımlamaktan bile aciz olduğumu fark ettim. Daha ne olduğunu bile tam bilmiyordum. Evrimsel psikolojik açıklamasını az çok tahmin eder gibiydim. Genç ve doğurgan kadın, imkânlara sahip erkek ve türün devamlılığı vs. Karanlık ya da yükseklik korkusu gibi hayatta kalmamızı sağlayan bir şey işte. Öte yandan psikolojiden aldığımız gazla evrensel olduğu sonucuna varamayız. Kültürel olarak belirlendiği muhakkak. Bunu karşılayan tek bir sözcük bile barındırmayan diller olduğuna eminim. Ekonomik olarak ise gayet tutarlı. Aile sosyolojisinde yaptığımız Lenin okuması geldi aklıma. Türün devamlılığını sağladıktan sonra aile kurumunu ayakta tutabilmek için de son derece işlevsel.

Tamam da ne bu? İlk yaptığım, hakkında yazılmış tezlere göz gezdirmek oldu. Sonra makaleler. Ardından Türkçe ve İngilizce etimoloji sözlükleri. En son da kütüphanemde bulunan ve en son üniversitedeyken kapağını açtığım “aşk kitapları”.

"Aşk kitapları"

Çok geçmeden, bu konulara kafa patlatmanın da ötesinde, incelemeye ve irdelemeye neden bir son verdiğimi hatırladım. Zarar vermişti. O zaman çok daha gençtik. Tıkır tıkır işleyen radyoların, televizyonların nasıl işlediğini görebilmek için açıp incelemek gibi bir şeydi ilişkilerimize beşerici gözüyle bakmak. Tam on yıl sonra bir mühendis kafalıya, bir Düz adam Sami’ye, benim Sami’me hak vereceğim aklımın ucundan geçmezdi: “Çalışıyorsa dokunma.”

Yazıya başlarken niyetim küçük literatür taramamdan süzülen ilginç noktaları paylaşmaktı. Vazgeçtim. Kaldı ki psikoloji camiası da net bir kavramsallaştırmada uzlaşmış değil. Eh ben de Othello vakasından fersah fersah uzağım… Ortalığı velveleye verecek bir durum yok.

Ben anlayacağımı anladım. Hala kıskanç bir insan değilim. Yalnızca, 28 yaşında kıskanma duygusuyla barışmış bir kadınım. Bundan önce hiç mi sevmedim de kıskanmadım? Eşşek yüküyle sevdim. Bunun daha çok benle ilgisi var. Kurguladığım ideal bende böylesi ilkel duygulara yer yoktu. Bundandır ki baş etmek için de rasyonel açıklamaların dibine vurdum.

 
Roland Barthes. 2005. "Bir Aşk Söyleminden Parçalar". Metis Yayınları: İstanbul 


http://www.youtube.com/watch?v=1Jh4aGQBUZM

2 yorum: