12 Kasım 2013 Salı

"Phalanges! Phalanges!"*

Şurup gibi bir hava var İstanbul'da. Kasım'ın ortası demezsin. 
Eve tıkılıp kalmış olmanın acısını en çok bu öğleden sonra, balkonu mesken belleyen siyah küçük küllüğü boşaltmak için elimi uzatınca duydum. Güneşten ısınmıştı. Oysa ben içeride hırkayla oturuyor, günün sonunda ne olduğunu bile hatırlayamadığım şeylerle geçiriyorum günü. 
Ayak serçe parmağımı kenara köşeye vurup bir dakika kadar acıdan kitlenmek yeteri kadar iyi değildi benim için. Hızla vurup kırmayı tercih ettim. Doktora gitmediğim için kırdığımı varsayıyorum tabi. İki hafta sonunda hala şiş ve zonkluyor olmasına bakılırsa başarmışım. Kaynasın dursun şimdi. Kemik bu, işi ne.
Eve tıkılmak kötü işte. Hele de işsizsen ve şehrin olanca güzelliği ve pisliğiyle yalnızca bir akbil mukabilinde senin olduğunu bilirken. 
Bu ara tek düşünebildiğim işsizliğim zaten. İşi bıraktığım için bir an bile pişman olmadım. İşsizliğimi daha iyi değerlendiremediğim için biraz oldum. Şimdi ise ne halt edeceğimi düşünüyorum kara kara. Aksi gibi tam da bu dönemde bastırdı dünyayı gezip görme isteğim. Güzel şeyler satın almak için değil gitmek, gezmek için para biriktirmek istiyorum şimdi. Malum, bir hayat planım var artık. 
Freelance çeviri ve redaksiyon ile olursa proje bazlı araştırma işleri beni ayakta tutar mı diye merak ediyor, tutsun istiyorum. 
Bir ara da yazacaktım ben. Sahi ne oldu o iş?
Hay bin kunduz, hava da şurup gibi hala. 



*Bildiğin parmak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder