8 Ekim 2016 Cumartesi

Giovanni Scognamillo

Her gün bir yas havasında geliyor artık. Sonbahar diğer mevsimlere el koymuş, egemenliğini ilan etmiş sanki. Ölüm haberi almadığımız gün geçmez oldu. Ölüm haberi almasak ölecekmiş haberi alıyoruz. Kansermiş, metastaz yapmış. İki ay demişler. Cenaze yarın öğlen.

İyi güzel, verba volant, scripta manent de yetmiyor işte. Birini her kaybedişimizde tarihin o bölümü de geri döndürülemez biçimde kararıp yok oluyor sanki. Bir Alzheimer hastasının hafızası içinde yaşıyormuşuz gibi. İnsanlar ölmüyor yalnız, çok şeyleri daha beraberlerinde götürüyorlar. Siliniyoruz o cepheden.

Yeşilçam'ın günahı boynuna. Nedenlerinden ve sonuçlarından biridir halimizin. Ne bizden masum, ne bizden alçak. Ataerkil hegemonyayı, içi boş hamasiliği yeniden üretmiş ha üretmiş. O nabza göre şerbet verdikçe, nabız da şerbetine göre atmaya devam etmiş. İsimli isimsiz bin bir emek, sömürü, kan ter, kâr ve sefalet görmüş. Yer yer kendisi de inanmış söylediğine, çoğu zaman inandırmış yalnız. Güle oynaya inanmışız. 

Günahıyla sevabıyla bir Yeşilçam geçmiş bu ülkeden. Safi yokluk ve terslikler üzerine inşa edilmeye çalışılmış. Ekmek derdine sanat sepete atılıp kaldırılmış bir köşeye. Fakat Ayastefanos'taki o Rus abidesinin yıkılmasıyla başlatılan süreçte iyi kötü bir tarih yazılmış. İyisiyle kötüsüyle işlemiş içimize. (Ne kadar eleştirsem de olmazsa olmaz bir parçamdır benim.)

O sürecin tarihine ömrünü adayanlardan biriydi Giovanni Scognomillo. Adamakla kalmamış, içine doğmuştu sinemanın. Şimdi o gidince, sinema da gitti biraz. Bir derya daha eksildi yeryüzünden, biraz daha kuraklaştı. Ona ağlıyorum ben. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder