On altı Ocak Pazartesi sabah dokuz buçukta İstanbul Fatih'te, Karagümrük Atikali'de yürüyordum. Geniş caddenin aşağısından yukarı vuran sabah güneşi gözümü alıyordu. Cadde ışığa boğulmuş da ben içine batmış gibiydim. Ters yöne yürüsem de gözümü almaya devam edecekti sanki.
Hiç tanımadığım biriyle görüşme yapmak için gitmiş ama geç kalırım korkusuyla erken varmıştım. Dün yediğim Ali Nazik, hayatımın erkeği olmanın sorumluluğuyla baş edememiş, beni bir an önce terk etmenin yollarını arıyordu. Ayrılığın iyisi olmaz, sabah sabah sıkıntı olmuştu içimde. Rastgele bir yere girdim, herkes kendi yoluna gitti. Oradan, yeni doğmuş gibi çıkıp yeni doğmuş gibi davranan güneşin aydınlattığı caddeye katıldım yeniden. Sırtımı güneşe vermiş yürürken, Karagümrük durağıyla Atikali durağı arasında kalan bir yerde sağa doğru çıkan taş merdivenler gördüm. Sayıları çok değildi ve yeşillik bir yere çıkar gibiydiler, merdivenleri izledim.
Sıradan bir nargileciden farkı yoktu. Hasır sandalyeler, basit ahşap masalar ve hiçbir masada eksik olmayan büyük plastik şekerlikler. Gösterişe önem vermeyen, mütevazı bir özen vardı sanki, emin olamadım. Sağda, çay ocağının ve daha bir çok masa sandalyenin bulunduğu yere geçtim camlı kapıdan girip. Her bir camın üzerinde ıssız adadakilerdekine benzer yeşil bir palmiye vardı ve "Vaha Aile Çay Bahçesi" yazıyordu kırmızı harflerle. İçeride, eski bir soba yanıyordu orta yerde. Beyaz saçlı, mavi gözlü, kot pantolon ve kot ceket giyen bir adam umursamaz ama saygılı bir tavırla -nasıl beceriyordu bunu?- buyur etti beni. Alçak hasır tabureye oturmadım, iliştim. Bir çay istedim, kendine koyar gibi telaş etmeden getirip koydu alçak masanın üstüne: "Buyurun küçük hanım". Aslında açtım da ama adamı yorma düşüncesi açlığımı bastırıyordu. Çayı verdikten sonra iki yanımdaki tabureye ilişti o da. Öksürüğüne bakılırsa yıllardır iki paketin altına düşmemişti. Karşı masamda bir adam ve bir kadın eminim kendilerine çok anlamlı gelen ama benim için hiçbir şey ifade etmeyen şeylerden bahsediyorlardı. Bizi birleştiren çok önemli bir ortak nokta vardı işte: birbirimizi umursamıyorduk.
Ne kadar aç olduğumu düşünmemeye çalışırken pıtır pıtır bir ses işittim. Sesin geldiği yöne baktım bir şey yoktu. Ses yere yakın bir yerden geliyordu. Bir kedinin fayans zemin üzerinde çıkardığı pati sesleri olabilirdi ama bir kedi kadar ağır değildi. Ses yaklaştı, yaklaştı...en nihayet bir masanın kenarından ortaya çıktı. Sol kanadı kırılmış yere değen, tombul mu tombul bir güvercindi bu. Kocaman gıdısı pembe, mor, yeşil parlıyordu. Sobanın ısıttığı geniş çay ocağında bir oraya bir buraya yürüyordu. Ara sıra boyundan biraz yüksek bir yere çıkmaya yelteniyor ama bu çabaları sonuçsuz kalıyordu. O kanat ve o cüsseyle yerden fazla uzaklaşması mümkün görünmüyordu.
"Kanadı iyileşsin salacağım dışarı ama şimdi kediler yer diye korkuyorum."
Ben ikinci çayı içmekle içmemek arasında gidip gelirken adamla kadın hesabı ödeyip Alaaddin Amca'ya hayırlı işler diledikten sonra gitmek için ayaklandılar. Çıkarlarken kadın camlı kapıyı açık unutunca kanadı kırık tombul güvercin önce biraz ürkek, sonra pıtır pıtır dışarı çıktı yürüyerek. İnsanlarla birlikte ışıklarda beklemeyi öğrenip, yeşil yanınca insanların peşine takılarak karşıdan karşıya geçen sokak köpeklerini anımsadım. Kapı açılınca yürüyerek çıkıp gitmişti hayvan. Vapura binerken farklı bir şey yapmıyoruz ki biz de.
Alaaddin Amca endişelendi, hatta kadının düşüncesizliğine biraz sinirlenir gibi oldu. Neyse ki çıkan adamla kadın bir iki hamlede içeri yönlendirmeyi başardılar güvercini. Çıktığı gibi pıtır pıtır içeri girdi. Alaaddin Amca rahat bir nefes aldı. Kırık bir kanadın kendi kendine iyileşme ihtimalini uzaklaştırmaya çalıştım aklımdan. O zaman ben de rahat bir nefes aldım.
Kim bilir belki Alaaddin Amca bir müddet sonra eşinin üstüne böyle titremeyi bırakmıştı. İki paket sigaranın yanında her gün bir büyük içiyordu belki. Gençken yakışıklı olduğu belliydi, evlenince de can yakmaya devam etmiş miydi acaba? Belki de hiç evlenmemişti. Ya sevdiğini vermemişler ya da o kimseyi sevmemişti. Yok, herkes birini sever. Ömrü billah kanadı kırık bir güvercinin peşinden koşmamıştır ya. Onun da kolunu kanadını kıran ya da üzerine kol kanat geren, onu kollayan birileri olmuştur elbet.
Bozuk parayı masanın üstüne koyup çıkarken gülümsedim, "güle güle küçük hanım" dedi. Yine küçük hanım deyince güldüm, güle güle gittim sahiden. Yaşama sebebimsiniz dedim içimden, siz ve sizin gibi insanlar...
Hiç tanımadığım biriyle görüşme yapmak için gitmiş ama geç kalırım korkusuyla erken varmıştım. Dün yediğim Ali Nazik, hayatımın erkeği olmanın sorumluluğuyla baş edememiş, beni bir an önce terk etmenin yollarını arıyordu. Ayrılığın iyisi olmaz, sabah sabah sıkıntı olmuştu içimde. Rastgele bir yere girdim, herkes kendi yoluna gitti. Oradan, yeni doğmuş gibi çıkıp yeni doğmuş gibi davranan güneşin aydınlattığı caddeye katıldım yeniden. Sırtımı güneşe vermiş yürürken, Karagümrük durağıyla Atikali durağı arasında kalan bir yerde sağa doğru çıkan taş merdivenler gördüm. Sayıları çok değildi ve yeşillik bir yere çıkar gibiydiler, merdivenleri izledim.
Sıradan bir nargileciden farkı yoktu. Hasır sandalyeler, basit ahşap masalar ve hiçbir masada eksik olmayan büyük plastik şekerlikler. Gösterişe önem vermeyen, mütevazı bir özen vardı sanki, emin olamadım. Sağda, çay ocağının ve daha bir çok masa sandalyenin bulunduğu yere geçtim camlı kapıdan girip. Her bir camın üzerinde ıssız adadakilerdekine benzer yeşil bir palmiye vardı ve "Vaha Aile Çay Bahçesi" yazıyordu kırmızı harflerle. İçeride, eski bir soba yanıyordu orta yerde. Beyaz saçlı, mavi gözlü, kot pantolon ve kot ceket giyen bir adam umursamaz ama saygılı bir tavırla -nasıl beceriyordu bunu?- buyur etti beni. Alçak hasır tabureye oturmadım, iliştim. Bir çay istedim, kendine koyar gibi telaş etmeden getirip koydu alçak masanın üstüne: "Buyurun küçük hanım". Aslında açtım da ama adamı yorma düşüncesi açlığımı bastırıyordu. Çayı verdikten sonra iki yanımdaki tabureye ilişti o da. Öksürüğüne bakılırsa yıllardır iki paketin altına düşmemişti. Karşı masamda bir adam ve bir kadın eminim kendilerine çok anlamlı gelen ama benim için hiçbir şey ifade etmeyen şeylerden bahsediyorlardı. Bizi birleştiren çok önemli bir ortak nokta vardı işte: birbirimizi umursamıyorduk.
Ne kadar aç olduğumu düşünmemeye çalışırken pıtır pıtır bir ses işittim. Sesin geldiği yöne baktım bir şey yoktu. Ses yere yakın bir yerden geliyordu. Bir kedinin fayans zemin üzerinde çıkardığı pati sesleri olabilirdi ama bir kedi kadar ağır değildi. Ses yaklaştı, yaklaştı...en nihayet bir masanın kenarından ortaya çıktı. Sol kanadı kırılmış yere değen, tombul mu tombul bir güvercindi bu. Kocaman gıdısı pembe, mor, yeşil parlıyordu. Sobanın ısıttığı geniş çay ocağında bir oraya bir buraya yürüyordu. Ara sıra boyundan biraz yüksek bir yere çıkmaya yelteniyor ama bu çabaları sonuçsuz kalıyordu. O kanat ve o cüsseyle yerden fazla uzaklaşması mümkün görünmüyordu.
"Kanadı iyileşsin salacağım dışarı ama şimdi kediler yer diye korkuyorum."
Ben ikinci çayı içmekle içmemek arasında gidip gelirken adamla kadın hesabı ödeyip Alaaddin Amca'ya hayırlı işler diledikten sonra gitmek için ayaklandılar. Çıkarlarken kadın camlı kapıyı açık unutunca kanadı kırık tombul güvercin önce biraz ürkek, sonra pıtır pıtır dışarı çıktı yürüyerek. İnsanlarla birlikte ışıklarda beklemeyi öğrenip, yeşil yanınca insanların peşine takılarak karşıdan karşıya geçen sokak köpeklerini anımsadım. Kapı açılınca yürüyerek çıkıp gitmişti hayvan. Vapura binerken farklı bir şey yapmıyoruz ki biz de.
Alaaddin Amca endişelendi, hatta kadının düşüncesizliğine biraz sinirlenir gibi oldu. Neyse ki çıkan adamla kadın bir iki hamlede içeri yönlendirmeyi başardılar güvercini. Çıktığı gibi pıtır pıtır içeri girdi. Alaaddin Amca rahat bir nefes aldı. Kırık bir kanadın kendi kendine iyileşme ihtimalini uzaklaştırmaya çalıştım aklımdan. O zaman ben de rahat bir nefes aldım.
Kim bilir belki Alaaddin Amca bir müddet sonra eşinin üstüne böyle titremeyi bırakmıştı. İki paket sigaranın yanında her gün bir büyük içiyordu belki. Gençken yakışıklı olduğu belliydi, evlenince de can yakmaya devam etmiş miydi acaba? Belki de hiç evlenmemişti. Ya sevdiğini vermemişler ya da o kimseyi sevmemişti. Yok, herkes birini sever. Ömrü billah kanadı kırık bir güvercinin peşinden koşmamıştır ya. Onun da kolunu kanadını kıran ya da üzerine kol kanat geren, onu kollayan birileri olmuştur elbet.
Bozuk parayı masanın üstüne koyup çıkarken gülümsedim, "güle güle küçük hanım" dedi. Yine küçük hanım deyince güldüm, güle güle gittim sahiden. Yaşama sebebimsiniz dedim içimden, siz ve sizin gibi insanlar...
keşke ben de böyle yazabilsem. kıskanmamak elde değil. bu yüzden ben de blog açtım. daha yazı yok ama yazıcam. umarım.
YanıtlaSilGüvercin deyip geçmeyeceksin. Hünkarisi, Mısırisi, dönek cinsi, taklacısı, postacısı, Urfisi v.b. bir sürü çeşidi var. Havada izledin mi hiç onları? Ya da bir çatıda kurulu kümeslerinin önünde hem volta atar hem de birbirlerine kur yaparkenki hallerini?
YanıtlaSilKırıkl kanatlar düzelir yeter ki doğru düzgün ilgilenilsin.
vakit geçirmeden ilk romanına başla. piyasadaki romancılardan eksiğin yok fazlan çok. oyun da yazabilirsin aslında...
YanıtlaSilnormalde böyle yazmıyorum aslında ama saha çalışmaları sırasında insan normalde hayatının hiç kesişmeyeceği hayatlara dahil oluveriyor. o vakit de yazmaktan başka çare kalmıyor.
YanıtlaSilsahi düzelir mi dersiniz avram bey? alaaddin amca üstüne titriyor, sıcak çay ocağında rahatı da yerinde görünüyordu aslında. düzelse keşke.. bir müddet sonra gidip öğrenirim belki.
geçenlerde iki öykü yazıp bir öykü yarışmasına gönderdim. vaktinde ulaşmamış olacak kargo geri getirdi geçen gün. edebiyat kariyerim oracıkta, başlamadan bitti bence.
Tööbe yarabbim, sakın ha. Devam. Başlamadı mı başlamadı mı bilmem ama devam. Şu yazının bile sağını solunu ayarla, anında edebiyat dergilerinde yayınlanır.
SilLaa ilahe illallah.. Bey de nerden çıktı??:))
puştluğumdan :)))
Sil"avram bey" güzel oluyor, fonetiği güzel :)
:-) ben de hemen böyle küserim. ama yanlış yapıyorum galiba.
YanıtlaSilben de şikayetçiyim bu huyumdan. e işte doktora maceramın aynısı: tek bir yere başvurdum, o da reddetti, dur o zaman akademik kariyerim burada bitsin. çok akıl kârı gerçekten! :)
YanıtlaSilmakalede bahsi geçen alaattin amca; içi sevgiyle dolu, insancıl ve çok iyi niyetli birisidir. bu yazıyı yazan kişiye çok ama çok teşekkür ederim.. babamı öyle bir analiz etmiş ki? bravo :) bu adam benim babam işte ;) babamla gurur duyuyorum...
YanıtlaSilsalih engür
salih bey,
Silbeni ne kadar mutlu ettiniz anlatamam. babanızı anlatırken bir haksızlık etmemiş olduğuma sevindim. belki yarım saat kalmışımdır çay bahçesinde, bir sohbetimiz de olmadı kendisiyle ama sahiden çok güzel bir insan kendisi. iyi ki yolum oraya düşmüş, bir çayını içmişim:)
sevgiler..
Mukemmelsin Aysecan, seni caktirmadan takip ediyorum uzunca bir suredir uzaklardan. Yazdiklarinla samimiyetsiz, yavan hayatlardan bunaldigimda icimi eritip duyguyla dolduran nadir blog yazarlarindansin. Lutfen doktora isi gibi savsaklama yazarligini, oralara geldigimde birkac oykunle buraya donmek ve ara ara kahvemle keyif dolmak cok hos olur diye dusunuyorum. Cok ozlemisim herseyi..ozlemimi senin yazilarinla taze tutmak guzel :)
YanıtlaSilIngilizce karakterler icin kusura bakma.
Sevgiler & Saygilar!
Ezgi (Brisbane/Avustralya)
Ezgi ne güzel senden haber almak! İyi ki yazmışım bu yazıyı. Hem hiç tanımadığım bir insandan, hem de senden öyle güzel şeyler duyunca çok mutlu oldum. Bana kalsa hayatımı yazarak kazanmak isterim, doktora gibi bırakmaya niyetim yok yani. Bunu istesem de bırakabilir miyim ondan da emin değilim hatta. Yine de metni yazıp bitirdikten sonra boşlukta kaybolup gitmediğini, birilerine dokunduğunu ve iyi hisler uyandırdığını bilmek çok iyi geliyor... Çok sağol.
SilUmarım iyisinizdir, keyfiniz yerindedir orada, öpüyorum gözlerden :)
hayatını yazarak kazanmak... işte şimdi bir noktaya geldin. sözlükçülerin ve twitter'cıların gazetelerde yazmaya başladığı bu günlerde, seni yazdırmadıkları için kaybeden onlar. ama henüz blogları izlemeye almamaları da yeterince zeki olmadıklarını gösteriyor. bu durumda ne yapmak gerektiğini sana bırakıyorum :-)
YanıtlaSilbir an beni kınayacaksın sandım :) doğrusu, biri "her ay maaşını sigortanı yatıracağız, gel yaz" dese ne yazardım, ne yazabilirdim düşünemiyorum. yazmak eylemini biraz idealize ediyorum sanırım. idealize ediyormuş gibi de yazmıyorum ya neyse. buradan yetkililere sesleniyorum o zaman :P
Sil#ff @_ElifYilmaz_
Silyok, sanırım o anlamda bir yetkili değil ama tweet'leri çok hoş :-)
SilAldım izlemeye :)
Sil