|
Hurma Sahili |
|
Datça'ya karşı, çatı |
|
Cin tonikler babadan, mandalinalar bahçeden |
|
Dalında güzel olmayan tek çiçek: Kabak çiçeği dolması çiçeği |
|
Kabağın canı can da patlıcan çiçeksiz olur mu? |
|
Taze ceviz: Var mısın elleri kınalamaya? |
|
Yusufçuğu havada kaparım |
|
Karada da kaparım |
|
Güneş çiçeklendi |
|
Manidar çalışma |
|
Halil Çökertme'den çıkar da ben Çökertme'ye çıkarma yapmaz mıyım? |
|
Mavi tur dedin mi böylesi olacak hocam. Gözlerden ırak, gönüller bir. |
…Mazı’dayım. Büyümekte olan bir yarım ayın aydınlattığı geniş, beyaz bir Bodrum çatısının üstünde –kıçımın altında hiçbir şey olmadan, tam üstünde- yazıyorum bu satırları. Çiçekli elbisem ve çiçek küpelerimden başka bir fazlalık yok. Az ötedeki gümüşi denizin çakıl taşları ve kayalıklarda çıkardığı ses bana kadar ulaşıyor. Ayın şavkı güzel. Yakamoz, daha güzeldir.
Bir otogarda çığlığı basan küçük bir kız. O kız bendim.
Babam her zamanki gibi Atlas almıştı (demek ki abone değildi o zamanlar, eve
gelmiyordu). Kapağında Mazı vardı derginin, “Çılgın Dünyadan Uzakta”
başlığıyla. Bunun ne anlama geleceğini işitmeme lüzum yoktu, bu yüzden ani bir
çığlıktı kopan: Artık yalnızca biz ve bir avuç yaşını başını almış İtalyan komünist değil herkes
bilecekti gizli cennetimizi. Ben, oldum olası mekânlara
bağlanan bir çocuktum ve mekânlar ha babam değişirdi; öğrenecektim.
“Çılgın Dünyadan Uzakta” Mazı için son derece uygun bir
ifadeydi fakat Thomas Hardy’nin Far From the Madding Crowd’unun çevirisi
olduğunu henüz bilmiyordum. Öğrendiğimde de madding’in çılgın olarak
çevrilmesini içime sindiremediğimi,
çünkü kalabalığı çılgın değil çıldırtıcı bulduğumu anımsıyorum. Bu yaz
gelirken iki kitap vardı sırt çantamda: Biri Elhamdülillah Laikiz/ Nancy
Lindisfarne, diğeri The Woodlanders/ Thomas Hardy. Nicedir süründürdüğüm ilk
kitabı görev bilinciyle okumaya koyuldum ama aklım Yeşilçam senaryosundan
hallice bir hikayesi var gibi görünen Hardy romanında. Kişisel geçmişimle
bağlantısını ise yeni fark ettim Hardy’nin.
Benzer bir durum daha aydınlığa kavuştu geçenlerde. Feist’in
My Moon My Man şarkısını neden kendime bu kadar yakın bulduğumu anladım. Çünkü
yeni yeni İngilizce öğrendiğim ve Moon River’ın en sevdiğim şarkılar arasında
yer aldığı dönemde ben de aya bir şarkı yazmıştım. Akşam yemek masasından
kalkıp ay ışığı altında yürürken ay bir gece tavlamıştı beni, büyülenip
kaldığımı hatırlıyorum. Sonra allah jazz söyletmiş ve ben kısıtlı kelime
dağarcığımla My Moon diye bir şarkı uyduruvermiştim. Fena şarkı sayılmazdı, en
azından içtendi. Kâğıda hiç dökmedim, kimse de duymadı ama izleyen birkaç yıl boyunca aynı
yürüyüşler sırasında geliştirdim şarkıyı. Sonra boşlukta kaybolup gitti. Yıllar
sonra Feist’in şarkısına bambaşka bir anlam yükledim, sonra o da boşlukta
kaybolup gitti.
Yaklaşık 25 yıldır geliyoruz buraya. Önceleri çadırla
İnceyalı’ya, sonradan Hurma’daki mütevazı bahçe ve kulübemize. Tevazu bir yana,
emek başka bir yana tabi.
Büyümekte olan aya karşın onca yıldız görünüyor. Kendimi biraz
arkaya atıp ellerimi beyaz yere dayayınca hepsi üstümde. Terasta uyku
tulumlarıyla yatınca bir de Samanyolu örterdi üstümüzü. Eylül, tenimdeki
ürpertide söylüyor geldiğini. Artık o kadar yaz değil.
Burası da benim evim. Ayağımdaki gümüş hal hal, yazın henüz
bitmediğinin ve benim henüz ölmediğimin göstergesi. Bir yaz ritüeli.
Gökova denizi, laciverdi bir ipek gibi yuvarlak hatlarıyla
buruşuyor önümde. Yüzümü güneşe dönüp bir de gözlerimi kapayarak yüzersem
uçuyorum çocukluk rüyalarımda olduğu gibi. Evimizin adresi ve telefonunu
ezberlediğim yıllar olacak ki adres ve telefon numaramızı bir çırpıda
söyleyebilirsem havalanıyordum ancak. Sonra Fantazya misali bir ülkenin üstünde
süzülüyordum.
Bir yaz daha biterken içim burkuluyor.
Bunu seven, şunlardan da hoşlanabilir:
Ha şöyle şeyler çekmişliğim de var, yok değil:
dua et hava serinledi. yoksa yanmıştın. aşağı mazılı mısın, yukarı mazılı mı. deever gari.
YanıtlaSilaşağı mazı, hurma ama gönlüm inceyalı'da :)
YanıtlaSil