5 Ağustos 2019 Pazartesi

Halhal-ı Pür Melâl



Karşı kıyının radyosundan erişip kulaklarımı öpen klasik müzikle yürüyerek Roma merdivenlerine geldim. Üzerinde ne yazdığını çok merak ettiğim taşın üzerine tüneyip kitap okudum biraz. Sonra dikkatim dağıldı. Bu sarı sıcak kadrajın, bu sesin içine karışıp gittim. Kaç dakika bilmiyorum, bıraktım iplerimi. 


İlk defa bu yaz halhal yok bileğimde. Unuttum. İlk defa. Ne çok anlam yüklerdim halbuki. Küçüklüğümden bu yana her yaz halhaldan başka şey takmadığım çıplak ayaklarımla koşar, yaz sonu da dilek dileyerek denize atardım halhalımı. Kendimi bildim bileli hep tek bir dileğim vardı: Çok âşık olmak. Mutluluk opsiyoneldi. O yüzden pek dikkate alınmadı sanırım.

Hindistan'dan gümüş bir halhal alana dek sürdü bu dilekler. O halhalı atmaya kıyamadım. Halhalsız tek bir yaz geçirmedim ama. Denizin sularına gömmeyi bırakmış olsam da yaşama sevincimi, umudumu, aşka inancımı simgeliyordu. Bir gün gelip de unutabileceğim, Mazı'ya gelirken geride bırakabileceğim aklımın ucundan geçmezdi. Bu kadar mı kötü durumum,  hiç umut yok mu?

Kırkım çıktı  halbuki. Yeni doğan bebeğin mi yoksa yeni ölen mevtanın mı kırkı, onu zaman gösterecek. Kırk günü geçti; nefes alıp veriyorum, güneş doğup batıyor. Kırklarca gün daha geçecek, biliyorum.

Yarın Bodrum'a inip güzel bir halhal alacağım kendime. Sonra da turkuaz suyun içinde güneşle oynaşmasını seyredecek, altı yaşımda aynı şeyi seyrederken duyduğum katıksız mutluluğun aynısını duyacağım. Hem de inanmadığım ve inanmayacağım kadere inat, izinin kalmasını hiç beklemediğim yaranın, iki insanın geçirdiği müşterek zamandan arta kalabilecek en saçma yaranın olduğu ayağıma takacağım halhalı. En nihayetinde bunu ben diledim. Ben istedim. Eğer yaşamaya devam edeceksem halhal en çok bu yaralı ayağıma yaraşır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder