...ya da gece gelen otobiyografi. Başımı yastığa koyunca bunlar geçiverdi aklımdan, ne yapayım. Çağrışım serbestisi diz boyu.
Delikanlılık çağı mı derler, kavak yelleri mi... O dönem tutku yönetti hayatımı. Kısa hayatımın anahtar kelimesiydi tutku. İlk anlayan lisedeki edebiyat hocam oldu. Yüzlerce kelimelik bir liste içinden bir kelime seçilecek ve kapsamlı literatür taraması yapılacaktı. O gün yoktum, hastaydım ama hocam biliyordu seçeceğim kelimeyi. Üniversite amfisinde asistanımız isimsiz bir kağıda üç kelime yazmamızı istedi, ben bir tane yazdım. Kim bu diye yırtındı dakikalarca, açık etmedim. Aşkın Diyalektiği adı altında tutkuya güzelleme yazdım on sayfa. Hem ödev, hem mektup ama ne övgü! Aşkı tutkunun aynasında gördüm, bir yansımanın peşinden koştum. Kişisel tarihimin en kanlı savaşları tutku için oldu. Can yakmak, canımın yanması ne kelime... İnsan öldürdüm ben, ama ben de öldüm.
Sonra durup düşünmek için yalnız kaldım. Çile derler ya, çile doldurdum. Çilem yalnız kalmak filan değil, yüzleşmekti. Hesaplaştım gerektiği gibi. Uzun sürdü ama bitti.
Bana gerçek sevgiyi, büyük yanılgıyı öğreten adamın verdiği huzuru yana yakıla aradığım yıllarda huzur Tanpınar'da gösterdi kendini. Sonra başka roman, şiir ve şarkılarda ve yağlı boyalarda. Huzur çekti aldı kendini en büyük huzursuzluğumdan, yeri orası değildi. Geldi ta içime yerleşti, tuttu içimi sardı kapladı. Tutkuyla döktüğüm kan, mazgallardan aşağı yağmur sularıyla birlikte akıp gitti. Huzur vermeyi öğrendim. Huzurum kaçtığında ben de kaçtım. Olur ya belki bir gün kaçmamayı da öğrenirim. Bu sefer ne için olur kim bilir. Nicedir yoruyor zaten firar. Aşinayım firara ama şimdi "merhaba, merhaba" o kadar. Dağınık saçlarım ve sarmaşıklar akşam güneşi esintisinde havalanırken okuduğum kitabın sayfalarını çeviriyorum şimdi.
Sevgi dolu bir çocuk, tutkulu bir genç kız ve huzur veren bir kadın. Daha ne olacak, kim olacağım bakalım...
Delikanlılık çağı mı derler, kavak yelleri mi... O dönem tutku yönetti hayatımı. Kısa hayatımın anahtar kelimesiydi tutku. İlk anlayan lisedeki edebiyat hocam oldu. Yüzlerce kelimelik bir liste içinden bir kelime seçilecek ve kapsamlı literatür taraması yapılacaktı. O gün yoktum, hastaydım ama hocam biliyordu seçeceğim kelimeyi. Üniversite amfisinde asistanımız isimsiz bir kağıda üç kelime yazmamızı istedi, ben bir tane yazdım. Kim bu diye yırtındı dakikalarca, açık etmedim. Aşkın Diyalektiği adı altında tutkuya güzelleme yazdım on sayfa. Hem ödev, hem mektup ama ne övgü! Aşkı tutkunun aynasında gördüm, bir yansımanın peşinden koştum. Kişisel tarihimin en kanlı savaşları tutku için oldu. Can yakmak, canımın yanması ne kelime... İnsan öldürdüm ben, ama ben de öldüm.
Sonra durup düşünmek için yalnız kaldım. Çile derler ya, çile doldurdum. Çilem yalnız kalmak filan değil, yüzleşmekti. Hesaplaştım gerektiği gibi. Uzun sürdü ama bitti.
Bana gerçek sevgiyi, büyük yanılgıyı öğreten adamın verdiği huzuru yana yakıla aradığım yıllarda huzur Tanpınar'da gösterdi kendini. Sonra başka roman, şiir ve şarkılarda ve yağlı boyalarda. Huzur çekti aldı kendini en büyük huzursuzluğumdan, yeri orası değildi. Geldi ta içime yerleşti, tuttu içimi sardı kapladı. Tutkuyla döktüğüm kan, mazgallardan aşağı yağmur sularıyla birlikte akıp gitti. Huzur vermeyi öğrendim. Huzurum kaçtığında ben de kaçtım. Olur ya belki bir gün kaçmamayı da öğrenirim. Bu sefer ne için olur kim bilir. Nicedir yoruyor zaten firar. Aşinayım firara ama şimdi "merhaba, merhaba" o kadar. Dağınık saçlarım ve sarmaşıklar akşam güneşi esintisinde havalanırken okuduğum kitabın sayfalarını çeviriyorum şimdi.
Sevgi dolu bir çocuk, tutkulu bir genç kız ve huzur veren bir kadın. Daha ne olacak, kim olacağım bakalım...