22 Kasım 2011 Salı

Bebek Evi

Günlerdir, çocukluğumdan kalma bir görüntü gelip duruyor gözlerimin önüne. Sokağa bakan eski evimizdeyiz. Odam hala halıfleks kaplı, astımım yüzünden kaldırılmamış henüz. Yere kurulmuş oyun oynuyorum. Ciltlerce Ana Brittanica'dan ev yapmışım bebeklerime. Öyle çok cilt var ki bir sürü odası var evin. Her biri bir cilt olan duvarları okuyamadığıma göre okula daha başlamamışım, duvar daha yıkılmamış. Aklımdan geçeni anımsıyorum: Bu ev hiç yıkılmayacak, hep böyle duracak. O an sorsalar, bebeklerim için kurduğum bu evi torunlarımın da göreceğini söyleyebilirdim gururla. Öyle kendimden emin, kalıcılık ve geçicilik mefhumlarım öyle ham. Mefhumun kavram demek olduğunu, kavramın da ne demek olduğunu bilmiyorum henüz. Henüz sıra cilt cilt felsefe ansiklopedilerine gelmemiş, o sonra. Elim onlara gittiğinde ansiklopedilerden ev yapılamayacağını öğrenmesine öğrenmiştim de felsefenin ev değil, olsa olsa evsizlik olabileceğini öğrenmeme epey vardı. Bebeklerimin birer ruhu olduğuna inandığım ve bunun beni korkutmak şöyle dursun içimi rahatlattığı zamanlardı. Özal henüz ölmemiş, gece karanlığında fırlatılan ışıklar yerden yükselip bir yay çizerek düşmeye başlamamışlardı henüz. Yine de ellerime, özellikle de baş parmaklarıma dikkatle bakıp, büyüyünce neye benzeyeceklerini dehşetle merak ettiğim zamanlardı. Bir şeye de benzemediler ya neyse. O ellerle kurmuştum ben o evi. Sağlamdı, yıkılmayacaktı. Bir gün o evden bile taşınacağımızı söyleseler herhalde aklım çıkardı. Evlerin de kağıt gibi yıkılabildiğine hele inanmazdım. Kağıt yıkılır elbet akıllım, ama bu duvarların her biri kim bilir kaç kağıttan, haberin var mı senin? Hiçbir şeyden haberim yoktu. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder