"Suçsuzluğu ispatlanana kadar herkes suçludur."
Günlerdir şuraya bir iki satır yazabilmek için içten içe kıvranıyorum. Sakin bir üslupla yazılmış, bir anlam ifade eden; aklıselim muhteva eden ama suç teşkil etmeyen birkaç satır. Yazamadım. Dilim varmadı. Elim gitmedi. Ağzımı toplayamadım.
Yanlış anlaşılma riskini de göze alamadım biraz. Doğru anlaşılmaktan korkacağım yerde işmiş gibi. Yine de hala daha az zahmetli yanlış anlaşılmak. Ya Kürtçüsün ya Türkçü, ya Kemalist ya bölücü. Milliyetçi bile değilim desem, bu sefer de bertaraf olmak var işin ucunda. Buyur buradan yak. Bu ara siyaset tam iki ucu boklu değnek. Zaten şahtı, şahbaz oldu.
Ne boktan bir aydı, ne kabus gibi bir ay. Yüzlerce cinayet. Yargı tarafından aklanan şiddet ve tecavüz. Yağma, rant telaşı, ikiyüzlülük, cehalet, kibir, cadı avı... ama en çok da nefret. Hepsi son hızla artarken birinciliği nefrete vermeliyiz.
Barıştan bahsedenler hainse, sevgiden bahsedenler ne olur tahmin bile edemiyorum. En iyi ihtimalle saf herhalde. Siyasi tabirle maşa. Eli maşalı maşalarca maşa ilan edilmenin ironisi de ne tatlı olur ha. Ağlatır adamı.
Ne sağcıyım ne solcu, futbolcuyum futbolcu derlerdi eskiden. Doğruymuş. Şimdi her şeyi bir futbol maçı gibi algılayanlar onlar olmalı.
İnsanlık konusunda ahkam kesmek haddimi aşar ama utanıyorum, yalan değil. Biraz da utancımdan yazamadım. Yazılıp çizilenlere, söylenenlere, yapılanlara inanmakta zorlandığım oldu. Neden zorlanıyorsam, onu da bilmiyorum. Çok utandım, onu biliyorum.
Son güncellemelerle birlikte asgari ücretin elli katı kadar maaş alacağı belirlenen cumhurbaşkanı da utanıyor mudur acaba? Pardon, konudan saptım. Saptım mı? Git gide absürtleşen bir sistemde sapkın olmak ne kadar vahim olabilir?
"Muhalefetin Bedeli" çok tuttu. Devam filmlerinin sayısı "Polis Akademisi"ninkini bile geçebilir. "Polis Devleti". Polisiye-dram.
Bir isim tamlaması daha: Devlet terörü. Evlilik içi tecavüze benziyor ziyadesiyle. İkisinde de bir kontrat var ve taraflardan eli güçlü olan diğer tarafa ne yapsa meşru olacağı kanısında. Dolayısıyla ikisinin de varlığı çok az insan tarafından kabul ediliyor.
Korkuyorum. Korkmuyorum dersem yalan olur. 1980 sonrasıyla kıyaslayıp bugünü daha vahim bulanların haklı olma ihtimali beni korkutuyor. Bir sabah uyandırılıp kendimi adını bile bilmediğim bir örgüte üye olduğum için suçlu bulunmaktan ve Sosyolojiye Giriş kitabımın, Ten Ten serisinin ya da Kerime Nadir'lerimin delil sayılmasından korkuyorum. İstense bugün hala hayatta olabilecek yüzlerce, binlerce insan öldü burada bugüne kadar. Altyapısızlıktan, denetimsizlikten, açgözlülükten, ikiyüzlülükten, güç ve para hırsı yüzünden öl(dürül)en son insanlar olmayacak son kayıplarımız. Dağda ya da şehirde, orada veya burada ne fark eder, göz göre göre daha çok insan ölecek. Bundan korkuyorum. Kalan sağların ahvali de pek parlak görünmüyor. Öfkelenmesine öfkelenebilen ama muhatabını pek kestiremeyen bir toplumuz sanki. Ya da bilmesine biliyoruz da gözümüz yemiyor belki.
Öfke, korku, utanç... pek anlatamadım ama böyle bir haldeyim. Bir nevi "memleketin hali benim halim". 555K şiirinin sonunda ne kadar umutlu halbuki Cemal Süreya. O zaman da az kutuplaşmamış insanlar ama bu kadarını tasavvur edemezdi herhalde. Ters kutuplar birbirini çeker derler bir de. Çeker de. Biz daha ziyade birbirine terslenen kutuplarız. Sanki aynı toprak parçası üzerinde sırt sırta verdirilmiş duran ve "on!" dendiğinde dönüp ne gördüğünü bile algılamadan tetiğe basacak olan; ya da aynı rakıyı aynı tütünü içip, aynı halaya durduğu halde biri kendini diğerinden üstün tutan... yani Uzak Asya'dan dört nala mı gelmiş bilmem ama üzüm gibi ezilenlerin, ezilmenin hesabını bağcıya soracakları yerde birbirine düştükleri bu memleket hepimizin.
http://www.visualnews.com/2011/10/24/the-propaganda-posters-of-the-1/
Günlerdir şuraya bir iki satır yazabilmek için içten içe kıvranıyorum. Sakin bir üslupla yazılmış, bir anlam ifade eden; aklıselim muhteva eden ama suç teşkil etmeyen birkaç satır. Yazamadım. Dilim varmadı. Elim gitmedi. Ağzımı toplayamadım.
Yanlış anlaşılma riskini de göze alamadım biraz. Doğru anlaşılmaktan korkacağım yerde işmiş gibi. Yine de hala daha az zahmetli yanlış anlaşılmak. Ya Kürtçüsün ya Türkçü, ya Kemalist ya bölücü. Milliyetçi bile değilim desem, bu sefer de bertaraf olmak var işin ucunda. Buyur buradan yak. Bu ara siyaset tam iki ucu boklu değnek. Zaten şahtı, şahbaz oldu.
Ne boktan bir aydı, ne kabus gibi bir ay. Yüzlerce cinayet. Yargı tarafından aklanan şiddet ve tecavüz. Yağma, rant telaşı, ikiyüzlülük, cehalet, kibir, cadı avı... ama en çok da nefret. Hepsi son hızla artarken birinciliği nefrete vermeliyiz.
Barıştan bahsedenler hainse, sevgiden bahsedenler ne olur tahmin bile edemiyorum. En iyi ihtimalle saf herhalde. Siyasi tabirle maşa. Eli maşalı maşalarca maşa ilan edilmenin ironisi de ne tatlı olur ha. Ağlatır adamı.
Ne sağcıyım ne solcu, futbolcuyum futbolcu derlerdi eskiden. Doğruymuş. Şimdi her şeyi bir futbol maçı gibi algılayanlar onlar olmalı.
İnsanlık konusunda ahkam kesmek haddimi aşar ama utanıyorum, yalan değil. Biraz da utancımdan yazamadım. Yazılıp çizilenlere, söylenenlere, yapılanlara inanmakta zorlandığım oldu. Neden zorlanıyorsam, onu da bilmiyorum. Çok utandım, onu biliyorum.
Son güncellemelerle birlikte asgari ücretin elli katı kadar maaş alacağı belirlenen cumhurbaşkanı da utanıyor mudur acaba? Pardon, konudan saptım. Saptım mı? Git gide absürtleşen bir sistemde sapkın olmak ne kadar vahim olabilir?
"Muhalefetin Bedeli" çok tuttu. Devam filmlerinin sayısı "Polis Akademisi"ninkini bile geçebilir. "Polis Devleti". Polisiye-dram.
Bir isim tamlaması daha: Devlet terörü. Evlilik içi tecavüze benziyor ziyadesiyle. İkisinde de bir kontrat var ve taraflardan eli güçlü olan diğer tarafa ne yapsa meşru olacağı kanısında. Dolayısıyla ikisinin de varlığı çok az insan tarafından kabul ediliyor.
Korkuyorum. Korkmuyorum dersem yalan olur. 1980 sonrasıyla kıyaslayıp bugünü daha vahim bulanların haklı olma ihtimali beni korkutuyor. Bir sabah uyandırılıp kendimi adını bile bilmediğim bir örgüte üye olduğum için suçlu bulunmaktan ve Sosyolojiye Giriş kitabımın, Ten Ten serisinin ya da Kerime Nadir'lerimin delil sayılmasından korkuyorum. İstense bugün hala hayatta olabilecek yüzlerce, binlerce insan öldü burada bugüne kadar. Altyapısızlıktan, denetimsizlikten, açgözlülükten, ikiyüzlülükten, güç ve para hırsı yüzünden öl(dürül)en son insanlar olmayacak son kayıplarımız. Dağda ya da şehirde, orada veya burada ne fark eder, göz göre göre daha çok insan ölecek. Bundan korkuyorum. Kalan sağların ahvali de pek parlak görünmüyor. Öfkelenmesine öfkelenebilen ama muhatabını pek kestiremeyen bir toplumuz sanki. Ya da bilmesine biliyoruz da gözümüz yemiyor belki.
Öfke, korku, utanç... pek anlatamadım ama böyle bir haldeyim. Bir nevi "memleketin hali benim halim". 555K şiirinin sonunda ne kadar umutlu halbuki Cemal Süreya. O zaman da az kutuplaşmamış insanlar ama bu kadarını tasavvur edemezdi herhalde. Ters kutuplar birbirini çeker derler bir de. Çeker de. Biz daha ziyade birbirine terslenen kutuplarız. Sanki aynı toprak parçası üzerinde sırt sırta verdirilmiş duran ve "on!" dendiğinde dönüp ne gördüğünü bile algılamadan tetiğe basacak olan; ya da aynı rakıyı aynı tütünü içip, aynı halaya durduğu halde biri kendini diğerinden üstün tutan... yani Uzak Asya'dan dört nala mı gelmiş bilmem ama üzüm gibi ezilenlerin, ezilmenin hesabını bağcıya soracakları yerde birbirine düştükleri bu memleket hepimizin.
http://www.visualnews.com/2011/10/24/the-propaganda-posters-of-the-1/
Bonapartizm.. Ben de başlarda faşizm bu, hem de ne faşizm derken ayıktım.. Kullanmaya kullanmaya yüz tutan bilgileri indirdim raflardan. Gümbür gümbür Bonapartizm yaşadığımız. Bonapartın bile rüyasında göremeyeceği toplumsallaşma eşliğinde yaşıyoruz üstelik. Faşizme evrilmeye müsait, her an dişlerini geçirdiği etlerimizi çekip kopartmaya hazır. Korkulması gereken, iktidar değil toplumun eviliş şekli. Dönüşmeyi reddedeni yok etmeye hazır ikizinin elleri gırtlağında. Yaşayabilmek için yapışığını yok etmeye hazır..
YanıtlaSilpaylaşımlarınız için teşekkürler...
YanıtlaSilSevgili Aysec.
YanıtlaSilBurada oturup memleketin ahvaline uzaktan bakarken kafam o kadar karisti, midem o kadar bulandi ki bütün bu icimdeki karmasayi, huzursuzlugu en yakinima bile anlatmam kabil olmadi.Toparlayamiyorum cünkü böyle durumlarda. Nerden baslicagimi, neyi anlatip neye isyan edip nasil rahatlicagimi bilemiyorum.Bilemiyorudm bu sefer de.Ta ki yazini okuyana kadar. Yaz yaz da hep okuyalim e mi?:) ohh diorum iste benim kafamda darmadaginik ne varsa...
F.Nur Özali