Tür: Romantik dram
Yönetmen: Marcel Carné
Senaryo: Jacques Prévert
Yıldızlar: Arletty, Jean-Louis
Barrault, Pierre Brasseur, Marcel Herrand, Louis Salou
Kısaca: 1830lar Paris’inde yaşayan Garance
adında bir kadının hikâyesi.
Bu yazıyı yazıyorum çünkü Jean-Louis
Barrault’nun canlandırdığı Baptiste karakterine âşık oldum. En son beyazperdede
gördüğüm bir karaktere âşık olduğumda yıl 1998’di. Bu nedenle tarihe kayıt
düşmem gerektiğini hissediyorum. Bunu elimden geldiği kadar derli toplu yapmaya
gayret edeceğim.
"Dekorları yemeyiniz!"
Fransa’nın Rüzgâr Gibi Geçti’si
(1939) olarak kabul edilen Les Enfants du Paradis veya Cennetin
Çocukları Fransız film eleştirmenleri tarafından yirminci yüzyılın en iyi
Fransız filmi seçilmiş. Ayrıca yapım süreci de en az kendisi kadar efsaneleşmiş
filmlerin başında geliyor.
18 ay süren çekimler Nazi işgali
altındaki Fransa’da, 1943 ve 1944 yıllarında gerçekleştiriliyor. O dönemde değil
Rüzgâr Gibi Geçti’yle kıyaslanabilecek bir set inşa etmek için gerekli
malzemeleri bulmak, bütün ekibin karnını doyurmaya yetecek kadar yiyecek bulmakta bile güçlük çekiliyor. Mesela bir sonraki planda görüntülenmek üzere masaya bir tabak
meyve, birkaç somun ekmek yerleştiriyorsunuz diyelim. Arkanızı dönmenizle,
ekibin “dekor”u mideye indirmesi bir oluyor (true story).
"Buyrun, dekorları yiyenlerin listesi hocam" |
Herkes sahnede
Söz konusu ekibe 1.800 figüran
dâhil. Bu çok büyük bir sayı, teker teker kim olduklarını bilmek çok zor. Gerçi
Nazilerin, filmin yapımcılarını, Nazi işbirlikçilerini kadroya dâhil etmeye
mecbur bıraktıklarını biliyoruz. Peki Naziler veya işbirlikçileri,
figüranlardan pek çoğunun Direniş savaşçısı olduğunu ve gündüz sette figüran
kılığında çalışıp geceleri özgür Fransa için mücadele verdiklerini biliyorlar
mıydı?
Tehlikede olan yalnızca “figüranlar”
değildir. İtalya Nazilerin eline geçtiğinde İtalyan yapımcılar projeden çekilmek
zorunda kalır, ilk baştaki Fransız yapımcı da Naziler tarafından
soruşturmaya tabi tutulunca projeden çekilir. Yapım ekibinden tasarımcı
Alexandre Trauner ve besteci Joseph Kosma Yahudidir ve filmde farklı
kimliklerle çalışmak zorunda kalırlar. İsimleri ancak Fransa özgürlüğüne
kavuştuktan sonra jenerikteki yerini alır. Tüm bunlara yönetmenin eşcinsel olduğunu ve
eşcinsellerin de Nazilerin kara listesinde bulunduğunu eklemekte fayda var.
Sevgi neydi, sevgi emekti tiradıyla bir yere varamazsın Nathalie (Maria Casares) |
Yapımın derdi bitmiyor
Tüm imkânsızlıkların üstesinden
gelinerek Nice’te 400 metre uzunluğunda bir set inşa edilir, 19. yüzyıl başı
Paris’indeki Boulevard du Temple’a benzeyen bir bulvardır bu. Perspektif vermek için
gerilere gittikçe dekorların yükseklikleri büyük oranlarda azaltılır, o
uzaklıklarda cüceler minyatür at arabaları kullanır, her şey derinlik için. Bir ara güvenlik
sebebiyle Nice terk edilip Paris’e geçilir. Ekip Nice'e geri döndüğünde, güç bela
inşa edilen seti fırtınalar yüzünden yerle bir olmuş halde bulur. Set sil
baştan, yeniden inşa edilir.
Naziler 90 dakikadan uzun filmleri yasakladıklarından, 3 saat 10 dakikalık film iki bölümden oluşuyor. Yönetmen, savaş bittikten sonra filmini tek parça halinde gösterebileceğinden eminmiş, nitekim öyle de olmuş.
Jean Renoir ve Marcel Carné
Yönetmen Marcel Carné “Yapımcı olmak
için kumarbaz olmak gerek, en büyük Fransız yapımcılar kumarbazların arasından
çıkmıştır” diyor. Carné’ye inanıyorum fakat kendisine ne demeli bilmiyorum. Kumar
demişken… Carné’nin akranı sayılabilecek Fransız yönetmen Jean Renoir 1940’ta işgalin
başlamasıyla birlikte Amerika’ya kaçıyor ve kariyerine Hollywood’da devam
ediyor. Marcel Carné ise işgal altındaki ülkesinde kalıyor ve orada çalışmaya
devam ediyor. Bu tür bir kıyaslamada (maalesef var) Renoir’ın hain, Carné’nin
kahraman ilan edilmesini anlamlı bulmuyorum. Benim için anlamlı olan, Carné’nin
karşılaşabileceği neredeyse bütün zorluklarla karşılaştığı halde hepsinin
üstesinden gelerek bu filmi ortaya çıkarmış olması, filmin de yetmiş yıl sonra gelip bana dokunmuş olması.
Marcel Carné & Jacques Prévert işbirliği
Şiirsel gerçekçi yönetmen Carné ve
gerçeküstücü şair Prévert’in işbirliği Jenny (1936) filmiyle başlıyor ve
gişede fiyasko yaşayan Les Portes de la Nuit (1946) ile son buluyor. Bu
sondan on yıl ileriye saralım. Yıl 1956. François Truffaut henüz 24 yaşında. 400
Darbe’yi (1959) çekmesine daha 3 yıl var. O yıl film eleştirmeni kimliğiyle
Cahiers du Cinéma’da şöyle yazıyor: “Marcel Carné ne bir senaryoyu nasıl
değerlendireceğini ne de nasıl konu seçeceğini asla bilmiyordu. Yıllarca,
Marcel Carné tarafından görüntülere tercüme edilmiş Jacques Prévert filmleri
izledik.”
Marcel Carné ve Jacques Prévert |
Ateşli genç eleştirmen yalnız değil. O sırada dergide yazan, kendisi
gibi genç eleştirmenler (müstakbel yönetmenler) arasından yükselmekte olan
Fransız Yeni Dalgası Carné’nin temsil ettiği filmlerin tam karşısında yer
alıyor. Ne o öyle edebiyatçıların kaleme aldığı, suya sabuna dokunmayan, yapmacık
setlerde strafor dekorlar arasında geçen edebi dönem filmleri! Genç
ikonoklastlar huzursuz; onlar gerçek mekânlarda çekim yapmak ve toplumsal
sorunları seyircinin doğrudan yüzüne çarpmak istiyorlar. Gelgelelim François
Truffaut 1984 yılında Carné’ye “Cennetin Çocukları’nı yönetmiş olmak
için bütün filmlerimden vazgeçerdim” diyerek itirafta bulunuyor. Truffaut aynı yıl
vefat ediyor.
Filmin konusu
Film 1830lar ve 1840larda Paris’te
geçiyor. Boulevard du Temple veya yoksul tiyatrolarında popüler suç
melodramları sergilenmesi nedeniyle Boulevard du Crime olarak anılan bulvar genellikle
alt sınıfların eğlence mekânıdır. Toplumun her kesiminden seyirciyi ağırlayan bu
tiyatroların en ucuz koltukları en yüksek balkonda yer almakta ve bu balkona
Fransızcada paradis, İngilizcede ise the gods (tanrılar)
denmektedir. Asıl önemli olan seyirci onlardır. En uzaktaki fakat en talepkâr.
Cennetin çocukları |
Bir tiyatro perdesinin açılmasıyla
başlayan film yine aynı perdenin kapanmasıyla son bulur. Filmde ilk gördüğümüz
şey, birkaç kuruş karşılığında içeri girerek “Çıplak Gerçek”i görebileceğimizi
söyleyen bir çığırtkandır. Çıplak gerçek Garance adında bir kadındır (Garance
bir çiçek adı, aynı zamanda kökboyası, kızılkök anlamına geliyor. Bir nevi "Bir kızıl goncaya benzer dudağın").
Pierre Brasseur ve Arletty |
Film boyunca
Garance’ın hayatına giren ve ona o veya bu şekilde talip olan karakterler gerçek kişilere dayanıyor. Jean-Louis Barrault’nin canlandırdığı Baptiste
karakteri gerçekten de hayatı boyunca Théatre des Funambules’de sahne almış pantomim
sanatçısı Jean-Gaspard Deburau’ya (1796-1846) dayanıyor. Pierre Brasseur’ün
hayat verdiği Frédérick Lemaître (1800-1876) oyuncu ve oyun yazarı; Marcel
Herrand’ın oynadığı Pierre-François Lacenaire (1800-1836) ise katil ve şair. Louis
Salou’nun canlandırdığı kasıntı aristokrat Édouard Comte de Montray ise III.
Napolyon’un üvey erkek kardeşi Morny Dükü Charles Auguste’ten esinlenilmiş.
"Ben daha ne yapayım?" Şu kadının ağzından çıkanlarla kulağının duyduğu bir olsun mesela. |
Dört adamın da aklını başından alan Garance’ı
oynayan Arletty ne genç sayılabilir ne de alışılageldik bir güzelliğe sahip.
Arletty film gösterime girdiğinde 47 yaşında, Baptiste’i oynayan Barrault ise
35. Bana kalırsa Garance’ın güzelliği ve cazibesi bilgeliğinden ve
özgürlüğünden geliyor. Sevgisini kimseden sakınmıyor ama onu kimsenin tekeline
de bırakmıyor. Bir kadın hiç kimseye ait olmadığı zaman kıskançlık herkesin
payına düşüyor. Garance, kendisine elmastan bir nehir verilmesini, bunun için
sel gibi kan dökülmesini filan istemiyor. Sevilmek istiyor ve istediğini de elde
ediyor. Kadının bu ele geçmezliği adamların hınç duymasına sebep oluyor,
kendilerini oraya buraya atıp duruyorlar. Ve tüm bu olup bitenler aslında
“cennetin çocukları”nın gözleri önünde yaşanıyor.
Marcel Herrand ve Louis Salou |
Fransa'nın Rüzgâr Gibi Geçti'si
O güne dek çekilen en pahalı Fransız
filmi olma özelliği taşıyan Cennetin Çocukları’yla Rüzgâr Gibi Geçti
arasında kurulan benzerliklerden biri başroldeki güçlü kadın karakterler. Fakat bana
kalırsa Garance, Scarlett’ı bir cebine sokup diğerinden çıkarırdı. Garance Rüzgâr
Gibi Geçti’den olsa olsa Belle karakteriyle oturup doğru düzgün muhabbet
edebilirdi. Roger Ebert iki film arasında daha ilginç bir benzerlik kuruyor ve
bulvarı dolduran coşkulu insan selinin, Rüzgâr Gibi Geçti’de Atlanta
tren istasyonunda metrelerce uzanan yaralı askerlerin görüntüsüyle rekabet
ettiğini söylüyor. İki sahnedeki yaşam ve ölüm tezadı düşünüldüğünde Roger
Ebert’ın kurduğu bağlantı daha da güzelleşiyor.
Pierrot karakterinin tarihi 17. yüzyıl sonlarına, Commedia dell'Arte'a dayanıyor. |
Filmin akıbeti
İşgalden kurtulmuş, özgür Fransa’da
gösterime giren film tam 54 hafta gösterimde kalıyor ve Fransa halkına moral
oluyor.
Pathé’nin 35mm’lik kopyasının restorasyonlu versiyonu Criterion
koleksiyonuna katılmış durumda ve Ebert’ın dediği gibi film muhtemelen
prömiyerinden beri bu kadar iyi görünmemiştir.
Pierre Brasseur ve Jean-Louis Barrault |
Zor Zamanlarda Film Çekmek ve Film İzlemek
Cennetin Çocukları korkunç şartlar altında, akıl almaz zorlukların üstesinden
gelinerek kotarılmış bir film. Yetmiş yılı aşkın bir süre sonra biz de ileride
tarihin en parlak dönemi olarak anmayacağımız zamanlar yaşıyoruz. Hayır,
talihsiz tarihsel kıyaslamalar yapmayacağım. Olsa olsa mutsuz ve umutsuz ruh hali bakımından bir akrabalık görüyorum. Fakat işte o ruh hali ve o
imkânsızlıklar içinden böyle bir film çıkıyor ve yetmiş yıl sonra, başka türlü bir zor zaman ve coğrafyada, anlattığı hikâyeyle yüreğimi avucunun içine almayı
başarıyor. Git gide daha az insanı, kimi zaman yaşamayı bile zar zor
sevebildiğim bir dönemde bir hikâyenin karakteriyle özdeşlik kuruyor ve bir diğerineyse yoğun,
derin bir sevgi duyuyorum. İşte sırf bu yüzden bile vive le cinéma…
Garance'ın filmde mırıldandığı şarkının sözleri de Jacques Prévert'e ait:
je suis comme je suis
je suis faite comme ça
quand j'ai envie de rire
oui je ris aux éclats
j'aime celui qui m'aime
est-ce ma faute à moi
si ce n'est pas le même
que j'aime à chaque fois
je suis comme je suis
je suis faite comme ça
que voulez-vous de plus
que voulez-vous de moi
(…)
Jacques Prévert
Neysem oyum
Yaradılışım böyle
Gülesim geldiğinde
Evet basarım kahkahayı
Beni seveni severim
Benim mi suçum
Aynı insan değilse
Her defasında sevdiğim
Neysem oyum
Yaradılışım böyle
Daha ne istiyorsunuz
Ne istiyorsunuz benden
(…)
Jacques Prévert
Çeviri: Ayşecan Ay
Kaynaklar
Sinema Kitabı. Kolektif. Çeviren Ayşecan Ay. Alfa Yayınları. 2016. s.80-83
Filmler Hayatımızı Nasıl Etkiler. David Thomson. Çeviren Ayşecan Ay. Alfa Yayınları. 2015. s.218